7 Haziran seçiminden sonra oluşan Meclisten bir hükümet çıkmayınca Cumhurbaşkanı 24 Ağustos tarihinde TBMM seçimlerini yenileme kararı aldı. Böylece Cumhurbaşkanı tarafından seçimlerin yenilenmesi kurumu ilk defa işletilmiş oldu. Anayasanın 116. maddesi "...yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık Divanı seçiminden sonra ... kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulunun kurulamaması hallerinde de Cumhurbaşkanı ... seçimlerin yenilenmesine karar verebilir" hükmünü taşımaktadır. Anayasanın bu hükmünün amacı, partilerin anlaşamaması sonucu TBMM içerisinden bir Bakanlar Kurulu çıkmadığı için ülkede bir hükümet krizi yaşanması halinde, seçimlere yani milletin hakemliğine başvurularak bu krizin aşılmasını sağlamaktır. Nitekim 1961 Anayasasında da benzer bir hüküm (108. madde) bulunmakla beraber, Cumhurbaşkanınca seçimlerin yenilenmesi çok zor koşullara bağlandığından 12 Eylül öncesi birtakım siyasal krizlerin seçimlerle çözülmesi mümkün olmamıştır. Sonuçta 1982 Anayasasının 116. maddesi yaşanan bu tecrübelerle hazırlanmıştır. Parlamenter demokrasilerin hemen hepsinde devlet başkanları benzer yetkilere sahiptir. Anayasanın bu açık hükmü karşısında ve Mecliste bir hükümet krizi yaşanmakta iken Cumhurbaşkanının seçimleri yenileme dışında başka bir alternatifi olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla bu karar ve bu kararın sonucunda oluşturulacak geçici Bakanlar Kurulu bir Cumhurbaşkanı tercihinden çok anayasal zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasanın 114. maddesi ise, Cumhurbaşkanının seçimleri yenilemesi halinde, mevcut Bakanlar Kurulu ile değil tüm siyasi parti gruplarının katılacağı bir geçici Bakanlar Kurulu ile seçime gidileceğini düzenlemektedir. Başbakan Davutoğlu'nun koalisyon kurulamadığı takdirde Meclisin erken seçim kararı alması yönündeki talepleri kabul görmeyince, seçime geçici Bakanlar Kurulu ile gidilmesi zorunlu hale gelmiştir. Eğer Meclis kendi varlığı ile ilgili kararı yürütmeye ve Cumhurbaşkanına bırakmayıp kendisi erken seçim kararı alsaydı, mevcut Bakanlar Kurulu ile seçime gidilecek ve şu anda yaşanan tartışmaların hiçbirisi söz konusu olmayacaktı. Ancak Meclis bu kararı almadığı için geçici Bakanlar Kurulu ile seçime gidilmesi Anayasanın açık hükmünün gereği haline gelmiştir.
İSMAİLÇAĞLAR / SETA
AK Parti siyaset alanını genişletmeye çalışıyor
Siyasetin alanını genişletmek ve seçmen iradesine başvurmak AK Parti'nin siyasi çözümsüzlük anlarında takındığı iki temel tutum. Türkiye'de 7 Haziran seçiminden sonra ortaya çıkan tablo bir siyasi çözümsüzlük yaratmış durumunda ve netice olarak 1 Kasım'da anayasal bir zorunluluk olarak erken seçimlere gidilecek. AK Parti siyasetin alanını genişletmek prensibine uygun olarak erken seçim kararının CHP ve MHP'nin katılımı ile meclis tarafından alınmasını istedi. AK Parti siyasetten yana koyduğu tavrın bir uzantısı olarak, terörle çokça içli dışlı olduğu ve dolayısıyla siyaseti değil terörü öncelediği için erken seçim kararı için HDP'nin kapısını çalmadı. Bu tabloda Meclisten ne bir hükümet ne de bir seçim kararı çıkmayınca anayasal bir zorunluluk olarak geçici seçim hükümeti kurmak ve 1 Kasım'da yapılacak seçime bu hükümetin yönetiminde gitmek kaçınılmaz oldu. CHP ve MHP çözümsüzlükten yana olan tavırlarını devam ettirerek geçici hükümete bakan vermediklerini açıkladılar ve AK Parti'yi seçim kararı için bile kapısını çalmak istemediği HDP ile seçim hükümetinde baş başa bırakmaya çalıştılar. Bu tutum karşısında Davutoğlu, Tuğrul Türkeş örneğinde olduğu gibi CHP ve MHP içerisinde siyasetin alanını genişleteceğini ümit ettiği isimlere bakanlık teklifinde bulundu. Davutoğlu, HDP içerisinde de teröre en az bulaşmış ve toplumsal temsil kabiliyeti olan isimleri davet etti. Bakan olmayı kabul eden HDP'li Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca'nın Alevi kimliğini temsil pozisyonunda olmaları bunun bir göstergesi. Geçici seçim hükümeti kurulması sürecinde takındığı siyaseti ve seçmen iradesini önceleyen tutumuna karşılık CHP ve MHP'nin çözümsüzlükten ve krizden yana, HDP'nin ise siyaseti tamamen devre dışı bırakarak terörden yana tavır alması AK Parti'nin 1 Kasım öncesi seçim meydanlarında seçmene vereceği önemli bir mesaj olacaktır.
BİROL AKGÜN / SDE
Erken seçime doğru CHP ve MHP
7 Haziran'ın ortaya çıkardığı meclis aritmetiği Türkiye'de demokratik siyaseti zora sokmuş, partiler ne yazık ki uzlaşarak bir koalisyon hükümeti kurmada başarılı olamamışlardır. Sonuçta Anayasanın 116. maddesi gereği Türkiye, Cumhurbaşkanının inisiyatifiyle bir seçim hükümeti marifetiyle 1 Kasım'da erken seçime gidecektir. Bu durumda, kısa sürede toplumdaki genel siyasi kutuplaşmaların çok değişmeyeceğini varsayarsak, geriye 1 Kasım'da oy kullanacak seçmenlerin kararları üzerinde etki edecek tek yeni unsur olarak siyasi partilerin 7 Haziran'dan bu yana demokratik siyaset zemininde üzerlerine düşen rolleri ne kadar doğru oynayıp oynamadıkları kalmaktadır. Geçen 3 aylık süreçteki CHP'nin performansına bakıldığında anamuhalefet partisinin koalisyon görüşmeleri sırasında sorumlu bir muhalefet partisi gibi davranması ve ilkeleri temelinde hükümet kurmaya istekli görünmesi kendi tabanının beklentilerini karşılama açısından olumlu bir imaj bırakmıştır. Ancak seçim hükümeti kurulması sürecinde Anayasa'nın ruhuna aykırı bir şekilde, yapıcı olmak yerine işbirliğini reddedici bir tavır alması ise CHP için negatif bir puandır. Seçim sonrası süreci en kötü değerlendiren ve ortalama Anadolu insanını hayal kırıklığına uğratan parti ise MHP olmuştur. Bir yandan daha seçim akşamı kendisine her hal ve şartta muhalefet rolü biçerken diğer yandan erken seçime işaret etmiş; AK Parti-CHP görüşmeleri çökünce de beklenilenin aksine ne azınlık hükümetine ne de erken seçime destek vermemiştir. Seçim hükümetine üye vermeyi de kabul etmemiştir. Dolayısıyla milliyetçi bir parti olarak terörün nüksettiği bir ortamda MHP'nin tabanının beklentilerini karşılamaktan uzak bir siyaset izlediği söylenebilir. Sonuç olarak, CHP takındığı tavırla 1 Kasım'a giderken nispeten daha avantajlı bir konumda bulunurken, MHP ise kendi tabanına bile izah edemediği bir politika izlediği için kendi geleceği açısından seçimleri zora soktuğu söylenebilir.
AHMET YILDIZ / SİYASET BİLİMCİ
Bir vesayet pratiği ve HDP'nin konumu
7 Haziran seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı siyasi tablodan bir hükümet çıkmaması, parlamenter sistemin düçar olduğu kutuplaşmanın derinliğini ortaya koymaktadır. 1982 Anayasasının 1961 Anayasasından devraldığı ve parlamenter sistemin karakteristik bir pratiği olmayan "Geçici Bakanlar Kurulu" uygulaması ile yeni bir genel seçime gitmek zorunda kalmamız bunun bir yansımasıdır. Vesayet düzeninin ürettiği kurumlardan biri ile Türkiye'nin seçimlere gitmek zorunda kalması trajikomiktir. Siyaset çadırının aruz direği çökmüş durumda. Geçici Bakanlar Kurulu teşkili ile seçime gidilmek zorunda kalınmış olması birkaç hususun altının çizilmesini zorunlu kılmaktadır. Anayasanın 116. maddesi, 1961 Anayasasından muktebestir ve Demokrat Parti'nin iktidar gücünün seçim güvenliği için bir tehdit oluşturduğu kabulünden hareketle oluşturulmuştur. Bugün seçim güvenliği yargı denetiminde olmakla birlikte, mevcut siyasi partilerin tümü bu konuda suçlamalara maruz kalmaktadır. Bu bakımdan farklılık arz eden durum, HDP'ye yöneltilen eleştirilerin odağında, silahlı bir gücün tehdidi altında seçmenin serbest iradesinin ortadan kaldırılması, hatta muhtelif oy hilelerine başvurulmasıdır. CHP ve MHP'den farklı olarak, legaliteillegalite sarkacında sıkışan HDP'nin Geçici Bakanlar Kuruluna üye vermeyi kabul etmesi, AK Parti ile açık duran bir uzlaşma parantezi içinde durduğunu göstermemektedir; zira HDP sadece "HDP" değildir. AK Parti karşıtı militan beyaz muhalefetin siyasi taşıyıcılığını da üstlenmiş durumdadır. Kendinden hareketli değildir; Geçici Bakanlar Kuruluna üye vermeyi kabul etmesi, "beyaz" muhalefetin ve KCK'nin vesayeti altında, silahlı çatışma sürecindeki ikircikli tavrının ürettiği siyasi meşruiyet kaybını telafi etme yönünde bir adım olarak görülebilir. Yine de, AK Parti ile muhtemel bir koalisyona, CHP ve MHP'den önce kapılarını kapatan parti HDP idi. Dahası, Geçici Bakanlar Kurulunun sağlamayı amaçladığı seçim güvenliği konusunda, HDP'nin, özellikle PKK baskısının kendisini çıplak olarak hissettirdiği bölgelerde, ciddi bir töhmet altında olduğu açıktır. HDP, İttihat ve Terakki örneğini görmeli ve paramiliter yapıya sahip bir cemiyet olmaktan uzaklaşarak partileşmelidir. Bu da, PKK'nin şiddetten uzak siyasi bir niteliğe bürünmesiyle doğrudan ilişkilidir. Türkiye siyasetindeki aktörlerin şeffaf, samimi, legalite ve meşruiyeti birlikte götüren, aynı gemide yolculuk eden farklı yolcular olduğumuza samimi olarak inanmaları gerekiyor. Tekçi tasavvurlar yeni anayasa arayışlarının ve toplumsal barışın önündeki en önemli engeldir, çünkü bu tasavvurlardan siyasi uzlaşma çıkmaz. Vesayet gemisinde güvenle yol alınmaz. Umalım, seçimler bu düğümü açabilsin.