Mesele aslında Bursaspor'un Manchester United'ı yenebilmesi değil. Puan alması da değil. Hatta Şampiyonlar Ligi'nde hiç gol atamamış olmasının tesellisi olarak ilk golünü bir İngiliz devine atması dahi değil.
Mesele aslında Bursaspor'un bunların hiçbiri yokmuş gibi rahat olabilmesi. Rakibi kim olursa olsun, kendi oyununu, kendi evinde kabul ettirebilmesi.
Rakibin eksik-gedikleriyle bile, ligimizin tam kadro şampiyonuna karşı yine ilk maçtaki mesajı vermeleriyse üzücü:
"Al bu benim topum. Sen biraz oyna, sonra ben kazanırım ne de olsa!" Bursaspor'un takım olarak çabası son derece içten. Ama bu içtenlik maalesef oyuna olumlu yansımıyor.
Top kayıpları ve daha çok ileriye topu ulaştırıp günü 'kestirmeden' kurtarma çabasıyla geçiyor zaman. Bu maçın bir öncekinden tek farkı, Bursaspor'un rakip yarı sahada da zaman zaman var olabilmesi. Hatta 22'de Sercan'ın asistiyle Turgay bir anda kendini Van Der Saar'ın omuz başında buluyor... Bu top ağları bulsa da yine ManU kazanacak, orası belli.
Ama 70'ten itibaren çok koşup çok çabalamaktan ötürü başlayan de-konsantrasyon yaşanmayacak belki. 48'de Fletcher'ın Carrick'in asistiyle bulduğu gole bir karşılık aranacak belki... Onun yerine son dakikaya kadar diri kalan rakibinin arkasından el sallayan bir Bursaspor kalıyor son 20'ye. 73'te Obertan'ın, 77'de de Bebe'nin golleri bu nedenle sürpriz değil. Ama dedik ya mesela bu değil. Sonuçta bu ligin önemli bir kısmı tecrübeden ibaret. Ama
birileri Ertuğrul Sağlam'a hatırlatmalı: Dikkatli oynadığı maçta bile üç gol yiyip, zaten 0 puan 0 golle bitirecekse bu macerayı, o zaman kısa günden çok kar çıkarmalı... Kaybedecek neyi var ki?