Koşma ile aramızdaki doğrudan tek ilişki; lise 2 edebiyatında kıraat ettiğimiz nazım biçimi sevmemden ibaret. Söz timsali, Kağızmanlı Şair Hıfzî Efendi aşka gelir; "Sefil baykuş ne gezersin bu yerde" diye başlayan bir dörtlük yazar. Bazı kalıplara da uyarsa onun adı olur Koşma. Oysa dün ne oldu? Beni, çok anlarmışım gibi, başka çeşit bir koşmaya gönderdi yazı işlerim. Avrasya Maratonu nam beynelmilel spor etkinliğini kastederek, 'Git izle, her bir yerinde bulun, atletlerle konuş, fotoğraflarla süsle" dediler. İyi de, Konya'dan Kenya'ya kadar türlü çeşit kentten, memleketten akın etmiş binlerce atletin hangisiyle? Dahası matruşka bebekleri gibi iç içe geçmiş 3 ayrı yarışta, en kısa parkur bile 15 kilometre. Neresinde bulunayım, neresinde durayım, koşan adamları nasıl yollarından koyup, sohbet kurup, soru sorayım?
MANGAL YOKSA KURU KÖFTE
Yine de bir plan dahilinde kotarmaya çalıştım işi. Trafik kilidini ve araca kapalı yollar sorununu aşıp geçebileceğim yegane taşıt aracını, motosikletimi devreye soktum. 300 kadar polis kardeşimi fena sinirlendirmek pahasına hem 'Çıkış' hem de 'Bitiş' noktalarında bulunabildim şükür ki. İşin teknik tarafını, zamanlamaları, rekorları, sıralamaları spor sayfalarımızda gayetle detaylı okursunuz nasılsa. Ben işin sportif yanından çok sosyal paylaşım, halkla kaynaşım, piknik tadında yaklaşım kısımlarını anlatayım size. Vatandaş meteorolojinin 'karlı geçecek' uyarısına kanıp, lahana gibi üst üste giyinip gelmiş. Lakin hava feyk atıp, bahar kıvamında gün güneşlik olunca, pardösüyü, paltoyu, montu çıkarıp atanlar, kendini de güzegah boyunun kırlarına, çimenliklerine, yeşilliklerine attı. Mangal partilerine izin verilmeyeceği üstüne basa basa ilan edildiğinden, menüler daha ziyade; evde pişmiş kuru köfte, katmerli kol böreği, yoğurtlu kabak kızartma, tavuk kanadı ya da ekmek arası kaşardan müteşekkildi.
FORMADA MESAJ
Boğaz Köprüsü'den geçiş sırasında, bırakın tosbağa adımlarıyla sindire sindire manzara seyreden sade vatandaşları, profesyonel dünya atletleri bile bir o yakaya bir bu yakaya, denize, kıyıya, adalara bakmaktan epey bir düşük tempo yaptılar. Beşiktaş sapağı tarikiyle, sahil kesimine inen koşu halkı, aralarında 85'lik delikanlılar, aile boyu katılanlar, formalarına açlık grevlerinden, şehit anmalarına, sevgiliye aşk sözcüğü göndermekten balıkçı lokantası övmeye kadar çeşitli mesaj ya da reklam sloganları taşıyordu. Tekerlekli sandalyeleriyle neredeyse uçuşan engelli sporcular, kafasına tırtıl, penguen, tren, Hitit Güneşi vs. şekilleriyle süslü başlık takanlar, yolda ayna çıkarıp makyajına bakanlar, eş dost akraba ahbap gördüğünde durup lafa dalanlar daha neler gördüm oyy. Türkiye Diyabet Vakfı'ndan kardeşlerimi de orda gördüm, gurur duydum, mutlu oldum. Güzergâhın iki yanına çekili demir parmaklıklar arkasından 35'inci kilometreye kadar koşup neredeyse helak halde sendeleyen atletlere patlıcan kebabı, lavaş içi döner dürüm ikramı nedir Allahaşkına? Ben yine de bitiş yerinde, yani Sultanahmet'te, Hızır Acil çadırlarını, masaj odalarını, hediye stantlarını bir bir gezdim ki atlamış olmayayım. Orada dolaşırken orta boy yarışı ikinci bitiren Elvan (Abeylegesse) kızımızı görmek, az sonra da 42 kilometrede erkeklerde 1'inci gelen Kenyalı Stephan Chebogut'la şans eseri ilk rastlaşıp konuşan gazeteci olmak da günümün kârı oldu.