Fecir Alptekin
Yıllar önce bir gün, arabada giderken, radyodan bir ses çalındı kulağıma… Ama ne ses ne şarkı…
Büyülendim!
Şarkıyı ve şarkıcının adını kaçırsam da, sözlere tutundum. O buğulu sese ve muhteşem sözlere…
***
Haliyle araba kullanırken kağıt kalem yok, yazmak yok, ama deli gibi aklımda korumaya çalıştım bazı cümleleri:
"Pek çok şehirde yaşadım, Paris'ten LA'e, pek çok paçavrayla ve zenginle tanıştım… Pek çok erkekle dans ettim, çirkin bir savaşta mücadele ettim, kalbimi bir dağa verdim, ama daha önce hiç sevmedim…
Hep yollardaydım ben, bir yandan öbür yana savrulup durdum, ama sen benim ilk ve son aşkımsın… Senden sonra kimse, hiç kimse yok…"
Eve ulaşır ulaşmaz Internete girdim, hayal meyal hatırladığım kadarıyla yazdım sözleri… Ve sonunda o şarkıya ulaştım. Anjani diye bir kadın, "No one after you" diye bir şarkı… Senden sonra hiç kimse!
Anjani'den daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olabilirim, zira o gün bugündür kendisi hep yanımda, kulağımda oldu. Çok sevdiğim bir başka müzisyenin, Leonard Cohen'in de yol arkadaşı. Hatta görünen o ki, ruh eşi.
***
Yıllardır böyle bir şarkı daha çıksın diye bekliyordum… Sonunda, iki gün önce o da çıkageldi, hoş geldi: Emily Wells'in sesinden "The Waltz of the Dearly Beloved"!
Gerçekten bir dans, sevdiğinle bir vals gibi…: "Sen benim çölümsün, dünyanın somutlaştığı yer ile gökyüzü arasındaki çizgi… Sabahları hayalini kuruyor, uykularımda sana geliyorum".
İki şarkının da hayatınıza girmesini, hayatınızda olmasını çok isterim… Ve tabii onları paylaşacağınız, paylaşırken anlayacağını bildiğiniz birinin olmasını… Zira bir şarkıyı paylaşamadıkça, insanın kalbinin yalnızlığı bitmiyor.