Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Tuz kokarsa ne yapmalı?

Geçen gün, "piyasalara tepeden bakacak bir üst-akıl gereklidir" diye düşündüğüm için beni devletçi sanmayın demiştim... Gelin bu meseleyi biraz açalım... Devletçiliği esas olarak iki boyutta ele alabiliriz: Siyasi ve ekonomik...
Siyasi devletçilik, bürokratik bir grubun siyasete hâkim olmasını ister. Mesela askeri vesayet döneminde böyle olmuştu. Türkiye'de seçimler yapılmış, hükümetler gelip gitmiş ama son sözü asker söylemişti.
Bazı ülkelerde ise son sözü yüksek yargıçlar söylüyor. Bu tip bir hâkimiyete "jüristokrasi" (yargıçlar iktidarı) adı veriliyor.
Ben demokrasinin gereği olan Kuvvetler Ayrılığı, İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü gibi ilkeler uyarınca... Yargı'nın, Yürütme'yi denetlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Neye göre denetim? Elbette Yasama tarafından yapılan anayasaya, yasalara ve evrensel hukuk ilkelerine göre. (Yani kendi siyasi tercihine göre değil.)
Bir de ekonomik devletçilik var. Devletin ekonomik bir oyuncu olmasına, mal üretip satmasına... Dolayısıyla özel sektörü engellemesine ve onunla rekabet etmesine ekonomik devletçilik diyoruz.
Özetle siyasi devletçiliğe olduğu kadar, ekonomideki devletçiliğe de karşıyım. Devlet tüccar değildir. Üretim yapmaz, mal satmaz.
Peki, ne yapar? Vatandaşını korur. Yukarıdan bakarak piyasaları denetler. Bu tür denetleme zaten en liberal ekonomi olan ABD'de de uygulanıyor.
Mesela borsada dalavere yapan, hissedarlarını aldatan, ayıplı mal ve hizmet üreten şirketler, karşılarında devleti buluyor.
Kapitalizmin en güçlü, en sağlam ve en düzgün çalıştığı ülkeler... Aynı zamanda devlet ve devlet- dışı denetim sistemlerinin en iyi çalıştığı ülkeler...

İnsana, insan muamelesi
Niye böyle? Çünkü o devletler, bilhassa sağlık ve ekonomi açısından bireyi koruyor! Vatandaşın sağlığıyla veya cüzdanıyla oynayan birilerini yakaladığı anda (şirket ne kadar büyük olursa olsun) basıyor cezayı.
Böyle bir sistemi döndürmek için sadece yargının değil, "teftiş müessesesinin" de iyi çalışması gerekiyor.
Hani deniyor ya... Maden şirketine bir- iki hafta önceden, "teftişe geleceğiz" diye haber verip öyle gidiyorlarmış.
Ben size bir şey söyleyeyim mi? O müfettişler işlerini düzgün yapsın... İstersen bir ay önceden haber ver, şirket yine de yakasını kurtaramaz! Çünkü işinin ehli bir müfettiş kendisini kandırmaya yönelik bir uygulamayı mutlaka anlar.
İşte bu yüzden baştan beri "iki temel sorumlu var" diyorum: Şirketler ve müfettişler.
Bazı müfettişlerin işlerini düzgün yapmadığını... Rüşvet aldıklarını veya adamsendeci davrandıklarını nereden biliyoruz?
Bakın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik dün ne dedi:
"Bahse konu olan ocakla ilgili sekiz kez teftiş yapmışız. Sekiz kez de şikâyet üzerine teftiş yapılmış ve noksanlıklar giderilmiş. (...) Denetimlerin denetlenmesi ile ilgili olarak da düğmeye bastık." "Denetimleri denetleyeceğiz" demek, "Bazı müfettişler işlerini düzgün yapmıyor" anlamına gelmez mi? Bu bir "tuz kokmuş" itirafı değil mi?
Yoksa ben mi yanlış anladım?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA