Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Albert Camus, yazmak, gelincikler, özlem ve... Ben!

Bazen ilk kahveden sonra evden dışarı çıkmak gelmiyor içimden. En azından öğleye kadar yerimden kıpırdamak istemiyorum.
Kapalı perdelerin arasından güneşin küçük salonuma sızışını, açık pencereden kuş ve çocuk seslerinin gelmesini, ekranda Mezzo adlı müzik kanalının açık olmasını seviyorum.
Önümdeki sehpada kitaplar, gazeteler, dergiler, göz damlası, kâğıt yapıştırıcı, maket bıçağı, artık takmaktan vazgeçtiğim saatim, lavanta kokulu mum...
Onlara hiç bakmadan kucağımdaki bilgisayarın tuşlarına yavaş yavaş dokunmaya başlıyorum. Biliyorum, birazdan ertesi günün köşe yazısı ekranda belirmeye başlayacak. Birazdan "Ne yapıyorum ben? Ah Haşmet! Bu ukalalıklar neyin nesi!" krizine girip çarçabuk atlatacağım!

***

Ama esas yazı mekânım gazete...
O havayı solumadan duramam! Serde onca yıl gazetecilik var; kolay mı o atmosferden uzak durmak!
Gazetedeki masam da ıvır zıvırla dolu! Davetiyeler, tanıtım cd'leri, kitaplar, dergiler, gazeteler.
Ama bir şey çok özel! Bilgisayar ekranımın hemen yanı başında, klavye, telefon ve kalemliğin arasındaki daracık alana sıkıştırılmış kitap!
Oraya koyduğum kitaplar değişirler ama benim için bir tür ilham, uğur ve dilek nesnesi gibidirler.
Son günlerde masamın o köşesinde Albert Camus'nun not defterlerinin üçüncü cildi duruyor. Kapağında Albert Camus'nun bir fotoğrafı var. Dudaklarının arasına bir sigara sıkıştırmış, öyle solgun ve mahcup biçimde gülümsüyor ki!
***

Dün... Yani tam da şu an okuduğunuz yazıya başlamadan az önce açtım kitabı.
Daha önce okuyup altını çizdiğim satırlara bir göz atmak geldi içimden.
28 Nisan 1959'da Lourmarin'e geri dönmüş Camus. Fransa'nın o dünya güzeli Provence kasabalarından birine yani. Pek mutlu. Biberiyelerin çiçeklendiğini, gül bahçelerini, süsen çiçeklerinin parlak mor rengini not etmiş.
Sonra demiş ki...
"Yıllar boyu kendimi herkes gibi yaşamaya, herkese benzemeye zorladım. Sonunda felaket geldi. Şimdi tereddütler içindeyim, yalnızım... Yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra, artık bir doğru yaratmak zorundayım."
Camus bir sonraki notunda şöyle seslenmiş ülkesine: "Bu ülkeye, onun yalnızlığına, onun güzelliğine minnettarım." (Belki Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'daki ödül konuşmasının ilham kaynağı Camus'nun bu notudur.)
***

Baktım da, 21 Mayıs'ta daha da sevinçli yazarımız!
"Kırmızı mevsim geldi. Kirazlar ve gelincikler"
O muhteşem "Düşüş"ün ve insanı okurken ürpertecek kadar serinkanlı roman "Yabancı"nın yazarı şu notu da düşmüş: "Koşuştukları taşlar kadar kuru küçük kertenkeleleri seviyorum. Onlar da benim gibi, etten ve kemikten."
Günlerdir gazetedeki masamda duran şu kitabı açmasaydım, bugün, bu köşede tümüyle farklı şeyler okuyacaktınız!
Ama bağışlayın, aklım gitti bir kere!
Düşünüyorum da...
Gelinciklere yeniden kavuşmaya ne kadar çok zaman var? Bir sonraki mayıs ve haziran, hanımeli kokuları, yol kenarlarındaki hayıtlar ne kadar uzak şimdi?
Albert Camus mu?..
O bu notları yazdıktan yedi ay kadar sonra kuşkulu bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA