Almanya demek... Büyük toplumsal travmalar ve bu travmaların açtığı derin yaraları iyileştirmek için yıllar boyu çabalamak demek.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının Almanya'sına bakalım...
Bir yanda Avrupa'yı "Amerikanlaştırma" misyonuna zincirlenmiş Batı Almanya, öte yanda acıyı hissetmemek için "taş kesilmiş" Doğu Almanya.
Suçluluk duygusunu telafi edeceğine inanılan ağır endüstriyel hamle.
Ve hem siyasal, hem de kültürel bir temsil eksikliği, bir tür "köksüzleştirilme" sancısı.
Amerika'ya bakıldığında "White House", Rusya'ya bakıldığında "Kremlin", Britanya'ya bakıldığında "Buckingham Palace", Fransa'ya bakıldığında "Arc de Triomphe"un görüldüğü yerde Almanya'nın artık bir duvarı vardı: Berlin Duvarı.
Yani ayrılık ve engel!
Sonra Soğuk Savaş bitti, Duvar yıkıldı, Almanya birleşti.
Avrupa büyüdü.
Doğu'ya ve Balkanlar'a doğru...
İşte o noktada sanırım herkes Almanya'nın 1946 sonrası açılan yaralarını tedavi etmek için yaptığı hesapları ve planları ya fark etmedi ya da görmezden geldi.
Bugün geldiğimiz aşama ise apaçık: Almanya'nın hem AB üzerindeki otoritesi hem de artık bir "küresel aktör" oluşunun ardından patlak veren Ukrayna krizi...
Ve tabii Avrupa deyince yavaş yavaş akla Almanya'nın gelmeye başlaması da önemli.
Hiç merak etmeyin aynı dinamik yeni "başlangıç noktaları" ve yeni krizler üretmeye devam edecek.