Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Hayvan hakları, insan hakları

Geçen gün bir TV kanalında dinlediğim haberi nedense gazetelerde göremedim. Oysa öylesine ilginç ki... İspanya'nın Katalan bölgesinde, yani Barselona ve çevresinde, hayvan hakları koruyucularının yıllardır süregelen uğraşları sonunda boğa güreşleri yasaklanmış. Veda için son bir gösteri düzenlenmiş. Artık hiçbir nedenle yapılmayacakmış. Ve yasağın tüm İspanya'da yayılması bekleniyormuş.
Boğa güreşleri... İspanyolların en geleneksel eğlencesi, ülkenin tanıtımındaki en iddialı bölümlerden biri, sporların en tehlikelisi, ama en erkekçesi. O yüzden mi kadınlar hep boğa güreşçilerinin peşinden koşup durmuştur? Güzeller güzeli Ava Gardner'ın hem Güneş Yine Doğar gibi filmlerde, hem de özel hayatındaki 'torero merakı' nasıl unutulur? Hemingway ise onu alıp romanlarının en egzotik ögelerinden biri haline getirmiştir.
Ama artık çağımızın en ilginç toplumsal olaylarından biri olan hayvan korumacılığında, böyle mazeretlerin yeri yok. Hayvanları, o güzel, soylu, sadık, çilekeş ve vefalı yaratıkları korumak, zaten insan, ama insan gibi insan olmanın gereklerinden biri değil mi? Bizim Ömür Gedik'in yakın zamanda bir davetle İspanya'ya gittiğinde, ülkeyi gezmeden dönüp "Ben boğaları acımasızca öldüren o ülkede daha fazla kalamazdım," tarzında bir şeyler demesi, biraz abartılı olabilir! Ama gerçek şu ki, ölüm ve öldürme olayı, adına spor ya da eğlence denen etkinliklerin içinde kesinlikle yer almamalıdır. İspanya da eninde sonunda bu gerçeği anlamış olmalı.
Hayvan hakları için bizde de uğraş veriliyor. İspanya örneği sanırım onlara da güç kazandıracak. Ama ben, yine de çok umutlu olamıyorum. Örneğin kıyım haline gelen kadın cinayetlerini ya da düğünlerde havaya kurşun sıkıp çoluk çocuğu (hatta bazen gelin ve damadı!) vurmayı bile bir türlü önleyemeyen bir ülke, zavallı hayvanlarını nasıl koruyacak?

TRT'DE SUNACAĞIM MÜZİKALLER KUŞAĞI
Bir Zamanlar Anadolu'da tartışmalarını izliyor musunuz? Film üzerine neler neler söylenmiyor! Yersiz eleştirilerin yanında çok güzel yazılar da çıkıyor. Umarım filmin yapımcıları bu incileri dosyalıyordur ve günün birinde bir kitapta toplarlar. Ne iyi bir belge olur!
Tartışmaların çoğu zaman sanatsal bir temele dayanmayan ve çabucak kişiselleşen polemikler olmasının başlıca nedeni, belki de sinemanın geçmişini ve tarihini iyi bilmememiz, yeterince sevip saymamamız. Yeni girdiğimiz yüzyılda, her alandaki kültürel erozyon elbette sinemaya da yansıyor. Ve birçok tutarsız laf, sağlıklı yaklaşımın yerini alıyor.
Oysa sinema tarihi ne güzeldir, ne ilginçtir! Kendi adıma, günümüz sinemasını çok yakından izlememe karşın, geçmişin filmlerine de bayılıyorum. Ve onları yeni kuşaklara tanıtmanın önemine inanıyorum.
Bunun için yeni bir fırsat doğdu. TRT'nin TRT-Müzik kanalı, bana her hafta klasik bir müzikal sunacağım bir kuşak önerdi. Ben de özel müzikal sevgim nedeniyle hemen kabul ettim. 9 Ekim'den başlayarak her pazar gecesi 23.00'te, SineMüzik kuşağında sinemaseverlere güzel müzikaller sunacağız. İlk filmler arasında Singing in the Rain/Yağmurda Şarkı, Anchors Aweigh/Gönül Kimi Severse, Inspector General/Genel Müfettiş gibi başyapıtlar var.
TRT artık böyle klasik filmlerin oynayabileceği hemen hemen tek kanal. Minik bir kuş, bana bunun tek çaba olmayacağını, bir başka TRT kanalında da yine klasikleri gösteren bir kuşak konduğunu söyledi. Umarım bu girişimler sürer ve eskilerin özlemi, gençlerinse bir tarihi tanıma gereksinimleri artık böylece karşılanır. Bizlere de bir parça övünç ve tatmin duygusu kalır.

ELVEDA MATMAZEL!
Haberi Milliyet'te okudum. Fransa'da 'matmazel krizi' başlamış! Kadın hakları dernekleri, kadınların medeni durumlarını ele veren 'madam' ve 'matmazel' ayrımına karşı çıkıyor, bunun erkeklerle eşitlik ilkesine uymadığını ve matmazel lafının kaldırılması gerektiğini söylüyorlarmış.
Aslında haklılar... Tüm erkeklere monsieur/mösyö denirken, kadınla kızı ayıran ve anında o kadının çok özel olması gereken durumunu açıklayan bu sözler doğru mu? Adam dünyanın en büyük zamparası olup binlerce kadınla yatsa bile, hep mösyö. Kadın ise tek bir kez yattığı andan itibaren matmazellikten madamlığa terfi ediyor! En azından Fransa gibi 'çapkın' bir ülkede bunun gereği var mı? Dolayısıyla, galiba matmazel lafı yolcu. Peyami Safa'nın Matmazel Noraliya'nın Koltuğu romanıyla edebiyatımıza da girmiş bu sözcüğü özleyeceğiz!

CD'LERE BAKARKEN
İşte iki yerli CD. İlkine bayıldım: Ayna grubunun Mavi Şarkılar'ına (Seyhan). Tüm şarkıları beste-söz olarak Erhan Güleryüz'e ait albümün sound'ı biraz Modern Folk ve Grup Gündoğarken esini mi taşıyor? Ne gam... Öylesine kıvrak ve coşkulu parçalar ki... Yine de müziğin, sözlerin birazcık önünde olduğu söylenebilir!
Diğeriyse Benden İzler (Seyhan). 1993'ten beri müzik yapan Bendeniz'i küçümsemek istemem. Ama bu 16 Hits Remix albümü belki ancak diskoda dinlenir. Hepsi aynı ritmi sürdüren, arada bir tek duygusal parça, tek bir nefes alma imkanı bile vermeyen bu tür albümler, belki tüm hayatlarını eller havada geçirenlere göre olabilir. Ama bence bu müzik değil, hiç değil...






Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA