Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

TRT arşivinden gelen hazineler

GEÇEN pazar, İstanbul Çırağan Otel'de TRT-Müzik kanalının yeni yılı için bir 'kahvaltılı basın toplantısı' yapan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'in konuşmasından basına en çok yansıyan, AGB ölçümleri üzerine sözleri oldu. Genç arkadaşlar, haklı olarak koca ülkenin TV politikasına ağırlığını koyan bu olayın, konuşmada altı çizilen yanlışlarını ele alıp eleştirdiler. Oysa beni daha çok ilgilendiren, Şahin'in TRT arşivinden gelen CD yayınları üzerine sözleriydi. Şahin bu konudaki türlü engelleri, özellikle de telif hakları sorunlarını olabildiğince çözmeye çalıştıklarını anlattı. Bu hakların sonuç olarak ne bela olduğunu herkes bilir: Çözemezsiniz ve de bir şeyi yayınlayamazsınız! Böylece ulusal kültür değerlerimiz unutulur, hatta yok olur gider. Ama anlaşılan genel müdür bu konuda gerçek bir irade ortaya koymuş. Ve TRT Müzik Dairesi başkanlığına ayda ortalama 10 CD yayınlanması talimatını vermiş. Ayda 10 CD... Az mı? TRT kurumunun arşiv zenginliğine kıyasla belki çok değil. Ama herbirinin gerektirdiği hazırlık ve formalite açısından bir mucize... Böylece bugüne dek 210 kadar albüm yayınlanmış. Çoğu arşiv, kimileri çeşitli yörelerden yerel müzik derlemeleri veya belgesel müzikleri gibi şeyler. Ben kendi arşivime kattıklarımdan biliyorum: Necmi Rıza Ahıskan'dan Alaeddin Yavaşça'ya, Radife Erten'den Nevin Demirdöven'e, Muzaffer Akgün'den Zehra Bilir'e birçok Türk müziği sanatçısı. Ya da Neşet Ruacan'dan caz şarkıları. Ama daha neler neler olabilir: Örneğin Selçuk Kaskan'dan Zehra Eren'e, Şecaattin Tanyerli'den Celal İnce'ye Türkçe tangolar, İlham Gencer ve Ayten Alpman'ın müzik programları, Sevinç Tevs'den caz şarkıları, Celal Şahin'in armonikalı radyo skeçleri veya Orhan Boran'la Yuki'nin gülmece programları. Ve başka şeyler... Tüm bunlar hem nostalji özlemimizi beslemek, hem de popüler kültürümüzün zenginliğini göstermek için çok gerekli şeyler değil mi? O günleri yaşayan ve bilenlere soruyorum.

KARACA KURTULDU, YA DİĞERLERİ?
Beyoğlu'ndaki Muammer Karaca Tiyatrosu bir koruma kurulu kararıyla yıkılmaktan kurtuldu. Yıkılma kararı 'depreme dayanıklı olmadığı' iddiasıyla alınmıştı. Ama yerine yapılması öngörülen, bir oteldi! Böylece depremin bir bahane olduğu, maksadın rant yaratmak olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Kurulun kararı ve en önemlisi buna uyulacağı haberi son derece umut vericidir. Ben artık koruma kurullarının işlevlerinin bitirildiğini düşünüyordum. Bu yeni karar, onların hâlâ var olduğunun bir göstergesi... Dış ülkelerde, Muammer Karaca gibi tiyatroya hizmet etmiş, halka mal olmuş sayısız sanatçının adını taşıyan salonlar vardır ve hepsi hâlâ ayaktadır. Hangi birini sayayım? Eğer bizi ve özellikle Beyoğlu'nu yönetenlerde sanata ve kültüre gerçek bir saygı olsaydı, bu yıkım söz konusu bile olur muydu? O güzel salona geçmiş olsun. Böylece 1955'de açılan Karaca Tiyatrosu'ndan sonra, belki kökleri 1920'lere inen Türkiye'nin en güzel salonu Emek veya yine o tarihlerden Alkazar, eski Elhamra, Yeni Melek gibi salonları kurtarmak da mümkün olabilir. Umut ve merakla bekliyoruz.

ELVEDA MUZAFFER TEMA
Yeşilçam'ın bir büyük çınarı daha göçtü. 1919 doğumlu Muzaffer Tema, aslında İstanbul Belediye Konservatuarı'nı bitirmiş bir flüt sanatçısı idi. Ama yakışıklığı onu sinemaya çekti. İlk filmi olan Çığlık (1949) hâlâ gözlerimin önündedir: Gerçekten çocuk ruhumu ürperten, batılı tarzda bir gerilim filmiydi. Keşke bulunsa da görsek... Hemen ardından sinemaya balıklama daldı. En çok romantik filmler: Dudaktan Kalbe, Hıçkırık, Kadın Severse...Ya da farklı yapımlar: İstanbul Kan Ağlarken, Kanun Namına, İstanbul Canavarı... Arada atlayıp Hollywood'a gitti, Fox'la kısa süreli bir anlaşma yaptı. Tüm yapabildiğiyse A Certain Smile/Acı Tebessüm filminin bir gece kulübü sahnesinde ünlü yıldız Joan Fontaine'le şöyle bir dans etmek ve de uyduruk bir bilimkurguda Türk doktoru oynamak oldu. Ama dönemin Hollywood hayranı ve içine kapalı Türkiyesi'nde bu kadarı bile onu efsane yapmaya yetmişti. 60'lardan sonra Tema, 40'ını aşmış bir eski jön olarak, en çok koyu melodramların, zengin evinde 'rob dö şambr'la dolaşan, genç âşıkların yolunu kesen kötü adamı olarak belleğimize yerleşti. Tema eski Yeşilçam'da tam bir star olamadıysa da çok tanındı, çok sevildi. Ve sonra köşesine çekildi. 2001'de SİYAD olarak onur ödülü vermek istediğimizde, onu yaşadığı Çeşme'den İstanbul'a gelmeye ikna etmek kolay olmamıştı. Ödülü verecek olan o dönemin yıldızı Nedret Güvenç, son dakikada iptal ettiğinden zor anlar yaşamış, yine 50'lerden Ayla Karaca'yı bularak sorunu çözmüştük. O ödül gecesinde ne kadar kibar ve sempatikti, nasıl kaynaşmıştık... Allah rahmet eylesin.

TRT'DE BİR KUŞAĞA BAŞLARKEN
Yarın gece 23.00'den itibaren her pazar gecesi, TRTMüzik'teki Sine-Müzik kuşağında klasik müzikaller sunmaya başlıyorum. Bir yandan, açıldığı 1985'den başlayarak, 20 yıl boyunca TRT-2'de çeşitli film kuşakları sunduğum bir kuruma yeniden dönüş. Öte yandan, çok sevdiğim eski müzikalleri özellikle gençlere ulaştırma fırsatı. Takdir edersiniz ki, çok heyecanlıyım. Müzikalleri biraz da eldeki listelerden seçtik. Hepsinin en ünlü, en klasik filmler olmasını beklemeyin. Gerçi daha ilk haftalarda sesli sinemayı başlatan Caz Şarkıcısı, sonra Yağmur Altında, Gönül Kimi Severse gibi büyük klasikler var. Diğerleri de zamanla gelecek. İlke olarak hepsi altyazılı olacak. Ve sunuşları çok kısa ve özlü tutmaya çalışacağım. Umarım keyifle izlersiniz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA