Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Fransa ve Türkiye'de Suriye...

Bir ülke düşünün, Suriye'de halk ayaklanması başladığından itibaren muhalefete destek vermiş olsun. Başbakan, Dışişleri Bakanı ve hattâ Cumhurbaşkanı düzeyinde, uluslararası platformlarda her vesile ile Baas rejimini meşruiyetini yitirmiş olduğunu söylesin. Bir ülke düşünün, ABD'nin müdahale girişimini hemen desteklemiş olsun, bu müdahalenin kendi halkına kimyasal silah kullanan bir rejim için mutlaka yapılması gerektiğini savunsun. Suriye muhalefetini kendi ülkesinde ağırlamış ve bütünlüğünü muhafaza etmesine destek vermiş olsun.
Öyle bir ülke düşünün ki, Suriye'deki rejimle diplomatik ilişkilerini kesmiş ve muhalefeti Suriye'nin meşru temsilcisi olarak kabul etmiş olsun. Bu muhalefete kendi başkentinde büyükelçilik açma imkânı tanımış bulunsun. Yapılabilecek bir askeri müdahaleye destek vereceğini ve bu tavrından ödün vermeyeceğini en yetkili ağızlardan duyurmuş olsun: Bu ülke, Fransa... Donanmasındaki en etkili orta menzilli füzeler taşıyan Chevalier Paul firkateynini Suriye sahillerine göndermekle kalmayıp, ABD'nin yanında askeri müdahaleye destek için, Cumhurbaşkanı'nın karar almış olduğunu ifade etsin, azımsanmayacak sayıda muhalefet partileri ve sözcülerinden destek alsın...
Fransa'nın bu siyasi tavrı ne kendi ülkesinde, ne de uluslararası planda ciddi eleştirilere konu olmadı. Kimse Başkan François Hollande'a "neden Suriye konusunda muhalefete bu kadar angaje oluyorsunuz" diye sormadı. Müdahale için kararlı olduğunu söylediğinde, yaşayan en eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing, bir Fransa Cumhurbaşkanı'nın bu tür bir karar almaya her türlü yetkisi olduğunu açıkça ifade etti. Giscard, Hollande ile rakip bir siyasi aileden gelse de, devlet adamı yönüyle bu doğru hamleyi yapabildi...
Türkiye, Fransa'nınkine çok benzer bir dış siyaset güttü, bu nedenle de başta iç muhalefet olmak üzere, Suriye siyasetinde eleştirilmedik hiçbir boyut kalmadı. Fransa, Osmanlı yıkıldıktan sonra Suriye'de "mandater" ülke olarak 1946'ya dek egemenliğini sürdürmüştü. Hassasiyetini anlamak çok zor değil. Zor olan, iç siyasette Türkiye'nin Suriye hassasiyetinin anlaşılmasında bu denli sorun yaşamamız.
Avrupa Parlamentosu Başkanı, sosyalist Martin Schultz, Türkiye'nin Suriyeli göçmenlere verdiği desteğin hayranlık verici düzeyde olduğunu geçtiğimiz Pazartesi günü açıkladı, bu konudan daha fazla bahsedilmesi gerektiğini, AB'nin Türkiye'ye elini uzatması ve daha ciddi destek vermesi gerektiğini ifade etti. Federal Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle ise, dün Suriye muhalefeti lideri ile yaptığı görüşmede, Almanya'nın Suriye'nin yeniden inşasına ciddi katkıda bulunacağına söz verdi.
Kısacası, bütün demokratik ülkeler, Baas sonrası Suriye'yi hazırlıyorlar. Halkın bu rejimden nasıl kurtulacağını kimse tam olarak bilemiyor, ancak bunun Suriye muhalefeti tarafından yapılmadığı sürece, sürdürülebilir bir rejim kurulamayacağı konusunda da ortak bir görüş oluşmuş durumda. Her hal ve şartta, Türkiye, hem bu geçiş döneminin hem de sonrasının en önemli aktörlerinden biri olacak. AB ile de çok ciddi işbirliği içinde bunu gerçekleştirecek. O zaman, Türkiye'de yapılanın yanlış dış siyaseti eleştirmek mi, yoksa bu siyaseti güden lidere koşulsuz muhalefet yapmak mı olduğu ortaya çıkacak.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA