Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Demokratik bir Türkiye istiyor muyuz?

Türkiye'de yolsuzluk soruşturması kisvesinde gerçekleştirilen siyasi operasyonun yankıları sürüyor. Başbakan Erdoğan, en az iki seçimin yapılacağı 2014'ü seçmen desteğini sağlamlaştırmak ve Türkiye'yi ilk on ekonomi arasına yükseltme hedefini sürdürmek için, çeşitli unsurlar arasında en fazla üç gelişmeye önem veriyordu. Birincisi, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana hep sorun olmuş Kürt meselesiydi. Bu konu ilk kez tarafların katılımıyla bir çözüm sathına girmişti. Bu alandaki çok önemli kamuoyu desteği varlığını sürdürüyor.
İkincisi,2013 için ekonominin gidişiyle ilgili yapılan tüm kötümser tahminlere rağmen büyümenin öngörülenin üstünde gerçekleşmesi, istihdam piyasasında korkulan daralmanın gerçekleşmemesi Başbakan'ın ve hükümetin elini güçlendiren önemli hususlardan biri oldu.
Üçüncü husus, AB ile ilişkilerin yeniden hayatiyet kazanması, AB ülkelerinin Güney Kıbrıs üzerinde büyük baskı yapmaları ve müzakerelerin önünü açmak için 2006'dan bu yana ilk kez ciddi bir gayret içine girmeleriydi. AB müzakerelerinin hız kazanması, uyum çalışmalarının güçlenmesi ve derinleşmesi, iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de bir dizi tıkanıklığı aşabilecek bir dinamik yaratma potansiyeline sahip.
Hükümetin genel performansının yanı sıra, bu üç alan ayrı bir önem taşıyordu. Bir anda, bu üç alandaki gelişmeleri tehlikeye atabilecek inanılmaz bir siyasi kavganın içine düştük. Son gelişmeler ışığında artık kimse, yolsuzluk soruşturmasına konu olan adımların bir siyasi operasyon olmadığını savunmuyor. Kovuşturmanın selametle yapılabilmesi önem taşıyor. Hükümet başta olmak üzere herkes, yolsuzluğun üzerine giderek, yaşadığımız bu büyük siyasi operasyon yüzünden hiçbir kişi veya kurumun zan altında kalmamasını arzuluyor.
Bu aşamada, AB cephesinde temkinli bir sessizlik benimsendi. Ancak Türkiye'ye, bir adli kolluk sistemi oluşturması da İlerleme raporlarında tavsiye olarak daha önce zikredilmişti. İç siyasette bunun AB müktesebatı olduğu ve zorunlu olarak uygulanması gerektiği gündem maddesi haline getiriliyor. Oysa AB müktesebatı, ceza hukuku konusunda bir "standartlaşma" öngörmüyor. Her AB ülkesinde, adalet mekanizması ülkelerin geleneklerine göre değişiyor. Temel insan hak ve özgürlükleri güvence altında olduğu sürece bir yeknesaklık hedeflenmiyor.
Yargı bağımsızlığı, özellikle de siyasi alanda, Türkiye'nin her dönem kanayan yarası oldu. En fazla da AK Parti hükümeti döneminde, yargının bağımsızlığını güvenceye alacak reformlar gerçekleştirildi. Olağanüstü mahkemelerin önü kesildi.
Temel sorunumuz, son tutuklama operasyonunun da gösterdiği gibi, siyasi anlamda yapamadığımız mücadeleyi başka alanlara taşımak geleneği olarak ortaya çıkıyor. Geçmişte Silahlı Kuvvetler, bürokrasi, hatta yargı, siyasi enstrümanlar olarak fütursuzca demokrasinin önünü kesmek için kullanıldı. Demokratik rejimimiz bundan büyük yaralar aldı. Şimdi gene aynı sistem devreye sokulmaya çalışılıyor.
Burada sorun, Türkiye için demokratik bir yapılanmayı benimsemek ya da reddetmek sorunudur. Siyasi partilerin, kanaat önderlerinin, medya temsilcilerinin vermesi gereken ciddi karar budur: Demokratik bir platformda rekabet mi edeceğiz, yoksa eskiden olduğu gibi her kurumun siyasete alet edildiği bir batakta itişmeye devam mı edeceğiz?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA