Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Yeni dengeler ve Başbakan Erdoğan

AB, artık kendi başına bir güç oluşturmanın yollarını arıyor. Bu güç olmaksızın dünyada söz sahibi olamayacağını anladı. İki dünya savaşı sonrasında askeri gücü, Atlantik İttifakı çerçevesinde ABD sağladı. ABD ise, Avrupa ve Ortadoğu'daki askeri varlığını asgariye indirmenin adımlarını atıyor. Bu açıdan AB, dünyayı ABD'nin gündemine aldığı hususların önem sırasına göre takip etmek zorunda kalıyor. Bu, çoğunlukla yapıldığı gibi bir "emperyalizmin egemenliği" analiziyle açıklanacak bir husus değil. ABD; AB ülkelerinin Avrupa'da ve çevresinde, özellikle Afrika ve Ortadoğu'da öncelik almalarına karşı değil. Eninde sonunda liberal demokrasi dünyasının çıkarlarının örtüştüğü bir uluslararası düzen söz konusu... Ancak Rusya'nın, Putin döneminde yeniden uluslararası olmasa da bölgesel bir güç haline gelince, İran da saplandığı Afganistan ve Irak batağından ABD'nin anlamsız askeri harekâtı sayesinde kurtulunca, Ortadoğu'da ve Doğu Avrupa'da dengeler değişme temayülü gösterdi.
Bu dengelerin demokrasi kampı aleyhine gelişiyor olması, yakın zamanda AB ve Türkiye'yi birbirine yakınlaştıran temel unsur oldu. Bu yeni düzende, Türkiye'nin gerek AB aidiyeti, gerek bölgedeki etkinliği, gerek silahlı kuvvetleri itibarıyla önemli bir güç olması, onu vazgeçilmez bir ortak haline getiriyor.
Ancak Türkiye'nin önemi, yalnızca askeri anlamda açıklanamaz. Devamlı dile getirdiğimiz gibi, AB, yumuşak gücünü ve istikrarını çevresine ihraç edecek bir sisteme ihtiyaç duyuyor. Vilnius zirvesi skandalı ve Ukrayna'da yaşadığı çaresizlik, AB'ye Türkiye'nin önemini acı biçimde hatırlattı. Türkiye, hem Çin, hem Rusya hem de İran ile ilişkilerini, çok hassas bir dengede başarıyla götürebiliyor. Bir diğer yandan da AB aidiyetini savunuyor. Başbakan Erdoğan, AB masasından kalkmamak üzere inşa ettiği politikasından taviz vermedi, bu uzak görüşlü siyasetinin başarısı, son zirvelerde açıkça ortaya çıktı.
Ancak bu ortaklığın daha sağlam vücut bulması, AB'nin somut adımlar atmasını, Türkiye'nin de demokratik standartlarını yükseltmesini, Kürt sorununu halletmesini gerektiriyor.
Bu son unsurlar, ulusal ve uluslararası çeşitli ve değişik güçlerin çıkarlarıyla çatıştığı için, hükümet hiç beklemediği yerlerden saldırıya uğramaya başladı. Saldırıları göğüslerken, hukuk devleti çerçevesinde davranması gerektiğinden, elindeki enstrümanlar sınırlı, manevra alanı ise daha da sınırlı... İnternet ve sosyal medya üzerinden yapılan son derece anti-demokratik propaganda kampanyalarını engellemek için hükümetin attığı adım, AB içinde de, Türkiye'de de yer yer tepkiyle karşılandı. Türkiye'de, yeni bir vesayet sistemi getirmek için darbe girişiminde bulunan kesimler, hükümetin attığı her adımı demokrasinin askıya alınması gibi göstererek, saldırıyı örtbas etmeye çalışıyor.
Bu hassas dönemi, Türkiye'deki demokratik rejimin askıya alındığı bir süreç gibi göstermek, ayrıntılar üzerinde gündemi yoğunlaştırıp, toplumun kutuplaşmasını körükleyerek "büyük resimde" neler olduğunu gözlerden uzak tutmak, gözü kararmış bir kinin hükümete yeni saldırı stratejisi olarak ortaya çıkıyor. Bu dönemde, çok sağlam sinirlere sahip olmak, AB ile ilişkileri derinleştirmek, Rusya ve İran ile olan bağları germemek, AB'nin mesajlarını ve tavrını hem bu iki ülkeye aktarmak, hem de belirli bir barışçı ortam yaratmaya çalışmak hükümetin siyasi stratejisi olarak beliriyor.
Soçi'deki Putin görüşmesiyle Erdoğan, dış politikadaki bu "denge oluşturma" becerisinin önemli bir örneğini yine sergiledi. Gerçekleştirilmek istenen, Erdoğan'ın şahsiyetine hücum ederek, Türkiye'nin en önemli çıkarlarını bile feda edebilecek bir "intihar saldırısı" stratejisi olarak ortaya çıktı... Siyaseten başarılı olma şansı bulunmayan bu saldırıyı, Erdoğan ve yakın çevresinin üstünde yoğunlaştırarak, kamuoyuyla paylaşılmayan mahremiyetine tek noktadan hücum ederek gerçekleştiriyorlar. Böylelikle, uluslararası arenada "Putin'den farkı olmayan bir lider" görüntüsü yakıştırarak Erdoğan'ı yıpratmak esas hedef olarak ortaya çıkıyor. Bu hengâmede, yegâne hedef, Türkiye'nin çıkarlarını mahvetmek pahasına, Erdoğan'ı demokrasi dışı yollardan iktidardan uzaklaştırmak... 30 Mart seçimlerinde oylanacak olan girişimin adı bu...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA