Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Türkiye'de siyaset yapmak

Yarın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu yapılacak. Beklentiler ve kamuoyu yoklamalarının tümüne yakını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk turda seçileceğine işaret ediyor. Türkiye'de toplumun, demokratik seçimler aracılığıyla tüm siyasi kesime verdiği yanıt bu kadar açık olacak...
Bütün tartışmalar, "şekil şartı" üzerinde yoğunlaşıyor, Başbakan Erdoğan nasıl görevi teslim alır, AK Parti nasıl yeni bir Genel Başkan seçer gibi sorulara yanıtlar aranıyor. Gerçek olan bir şey varsa, Türkiye'de muhalefetin iki büyük partisinin bu seçimde, gerek kampanya yürütme, gerek siyasi alternatif üretme konusunda başarısızlıklarının şimdiden tescil edilmiş olduğudur.
İki turlu, doğrudan Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye tarihinde ilk defa gerçekleşiyor. Bunun temelinde, 2007'de 367 kuralını dayatarak, hukukun ruhunu ayaklar altına alıp, AK Parti adayını Cumhurbaşkanı seçtirmemeye çalışan yargı ve yüksek bürokrasi vesayeti yatıyor. Dönemin Anayasa Mahkemesi, almış olduğu "TBMM toplanması için gerekli sayı 367'dir" kararıyla demokrasiye çok ciddi bir darbe vurmuştu. Aynı dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri adına yayınlanan e-muhtıra ise, Türkiye'deki vesayet kurumlarının demokrasiden ne anladığını göstermişti. Daha sonra, "nasılsa doğrudan seçimle iş başına gelemez" düşüncesi, Başbakan Erdoğan'a "cumhurbaşkanını halk seçsin" tercihini dayattı. Bütün bunlar, Türkiye'de Ak Parti muhalifi siyasetçiler ve vesayet kurumları temsilcileri tarafından yapıldı.
Ak Parti, hem 2007 seçimlerini açık farkla kazandı, hem adayını cumhurbaşkanı seçtirdi, hem de sonrasında anayasa değişikliği için gerekli olan "doğrudan seçimle Cumhurbaşkanı" referandumu yüzde yetmiş mertebesinde halktan kabul gördü.
Tayyip Erdoğan'ın diğer tüm siyasetçilerden temel farkı, meşruiyetini daima sandıkta, halk kitleleri nezdinde araması ve bulmasından kaynaklanıyor. Vesayet sistemine iyice alışmış olan diğer siyasi partiler ve temsilcileri (belki Demirtaş'ı son dönemde ayrı bir yere koymak gerekir), "demokratik" koşullarda nasıl kampanya yapılır, nasıl alternatif yaratılır, halk kitleleri nasıl ikna edilir gibi hususları muhtemelen unuttular. Bu yüzden, AK Parti ve Başbakan Erdoğan karşısında seçim yenilgisi almayı bir alışkanlık haline getirdiler. Uluslararası güçlerden alınan destekler ve onlarla oluşturulan stratejiler de bu denklemi değiştiremiyor.
Hiç kimsenin tanımadığı, siyasetten gelmeyen, siyaset yapmak da pek istemeyen bir adayı, "ortak" ya da "çatı aday" olarak ortaya çıkarıp, kendi seçmenine dahi benimsetemeyen iki büyük muhalefet partisi, bu siyasi beceriksizliklerinin faturasını hiç kimseye veya hiçbir sisteme çıkarmaya çalışmasın. Türkiye'de toplum, "üreten" siyasete alıştı. 12 yıllık AK Parti dönemi, gerçekten toplumda yeni, değişik algılama ve beklentiler yarattı.
Bütün bu gelişmeler sanki olmamış gibi, Başbakan Erdoğan'ın başarıyla kurguladığı siyasi gündemde, yalnızca olumsuz ve alarm verici demeçlerle muhalefet yapmak, yarın sonuçlarını kesin olarak alacağımız seçim yenilgileri dışında bir netice vermiyor. Bunun yan etkileri ise, toplumun giderek kutuplaşması, giderek sertleşen bir siyasi üslubun kemikleşmesi oluyor. Bölgesinde yegâne işleyen demokratik rejim olan Türkiye, daha iyi bir muhalefeti hak ediyor. Seçmen, bunu pazar günü bir kez daha dile getirecek.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA