Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Akil olmak, her zaman doğruyu görmek değildir

Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, "bağımsız komisyon" adıyla bilinen akil insanlar topluluğunu temsilen bir açıklama yaptı. Bu komisyonun varlığını sürdürdüğünü bilenlerin çok fazla sayıda olduğunu sanmıyorum Bundan yaklaşık on yıl önce, "Türkiye Avrupa'da: verilmiş bir sözün ötesinde..." adlı raporu yayınlamışlardı. Altı yıl kadar önce de "Fasit daireyi kırmak: Türkiye-AB ilişkileri" adlı ikinci bir rapor yayınladılar. Şimdilerde Ahtisaari, "Türkiye- AB ilişkilerini yeniden başlatmak lazım" adlı bir makale yayınladı. Açıklamasında, "Türkiye ile AB'nin tarihte birbirine bu denli ihtiyaç duyup, bu kadar uzak kaldığı başka dönem yoktur" değerlendirmesini yapıyor.
Bu komisyon, AB'de üst düzey görevlerde bulunmuş Emma Bonino, Hans Van den Broeck, Michel Rocard, Albert Rohan gibi isimlerden oluşuyor ve resmi bir görevi yok. Ancak önemli tavsiyelerde bulunarak AB içinde gündem oluşturabiliyor. Örneğin, 2004'teki rapor, üyelik müzakerelerinin açılması aşamasında Türkiye'ye moral destek sağlamak için kaleme alınmıştı. Bu desteğin gerçek bir etkisi olup olmadığı çok tartışılır. Hatırlardadır, İngiltere bütün diplomatik ağırlığını ortaya koyarak, dönemin Başbakanı Erdoğan da siyasi riskleri üstlenerek Ekim 2005'te müzakereleri başlatmayı başarmışlardı.
Üyelik müzakereleri başlar başlamaz, Güney Kıbrıs KKTC üzerimdeki ambargonun kaldırılma çalışmalarını sabote etmeye başladı. Bu konuda başarılı da oldu. 2006'da, üyelik müzakereleri başlayalı bir yıl dahi olmadan, AB sekiz fasıldaki görüşmeleri askıya aldı. O gün bu gün de, G. Kıbrıs kökenli bu sorun aşılmamış olarak duruyor. 2007'de Nicolas Sarkozy'nin Fransa'da iktidara gelmesiyle, G. Kıbrıs hiç beklemediği bir müttefik buldu. Fransa hem beş faslın açılmasına izin vermeyeceğini bildirdi, hem de G. Kıbrıs'ın olmayan diplomatik kadrolarının yerine geçerek Türkiye'nin yaptığı "bir liman ve bir havaalanı açılımı" gibi önemli girişimlerin önünü tıkadı.
Türkiye, bugün hâlâ müzakere masasında oturuyor ve AB ile ilişkilerini askıya almıyorsa, bunun kredisi sadece ve sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'a aittir. Türkiye, AB ile ilişkilerinde, uyum çalışmalarını iyi yerine getirse de, getirmese de, temel hak ve özgürlüklerde aşama kaydetse de, sorun yaşasa da, AB'deki bazı üye devletlerin "anti-Türkiye" tutumu değişmeyecektir.
Fransa, Hollande'ın seçimi kazanmasından bu yana Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek için büyük çaba sarf etse de, hiçbir sonuç üretememiştir. Çünkü bir kere atalete terk edilen ilişkilerin canlanması, çok daha ciddi ve büyük diplomatik çabalara ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, Türkiye'den "adım" atmasını beklemek veya uyum çalışmalarına apayrı bir ivme vermesi karşılığında yeni bir AB açılımı elde edeceğini düşünmek hiçbir anlam ifade etmez.
AB ile Türkiye'nin birbirine çok büyük ihtiyaç duyduğu açıkça ortada. Bu sadece AB ve Türkiye ile kısıtlı bir ihtiyaç değil, bütün demokratik rejimlerin çok daha yakın işbirliği ve dayanışma içinde olması gerekiyor. Bu arada G. Kıbrıs Rusya ile askeri anlaşma akdederken, AB ile Türkiye yakınlaşması için Türkiye'ye çağrı yapmanın hangi mantıkla izahının mümkün olduğunu anlamaktan aciz bulunuyorum.
Akıl ve mantık sahibi herkes, AB'nin, dört tarafı yangın yerine döndüğü halde istikrarlı ve demokratik kalan Türkiye'ye çok daha ciddi bir açılım sunmasının gerekliliğini görebilir. Hal böyle iken, bu çağrıyı AB ülkelerine, başta Almanya'ya yapmamak, çok "akil" bir tavır gibi durmuyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA