Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Öyle bir Ezel ki Süleyman!

Herkes Ezel'in son yayınlanan bölümündeki sahneye takılmış. Tetikçi Temmuz, Ramiz Dayı'nın hamile kızı Azad'ı markette sıkıştırıyor. Hem de tam alışverişin yoğun olduğu akşam saatlerinde. Kızı saçından tutup dakikalarca sürüklüyor. Tabancasını çıkarıp doğrultuyor. Bütün bunlar olup biterken o anda alışveriş yapan müşterilerin tümü buhar olup uçuyor. Ortada kimse kalmıyor. Hatta marketin giriş çıkış kapıları bile kilitleniyor. (Kerpeten Ali içeriye girmek için camı kırmak zorunda kalıyor.) Peki müşteriler, kasiyerler, görevliler nerede? E nerede olacak, tabana kuvvet kaçmış olmalılar!.. Memlekette Temmuz'dan beter psikopat mı var? Adam ellerini ovuşturup, "Bugün kimi öldürsem acaba?" diye dolaşmıyor mu ortalıkta? Bütün Türkiye bu arkadaştan tırsmıyor mu? Ne yani? Kuru soğan almaya gelen Hafize Teyze, Temmuz'un tabancalı eline vurup, "Bırak bakiim o pis şeyi" mi diyecekti? Hepsi akıllılık edip toz olmuşlar işte!.. Siz Temmuz'u, elinde silahla görseniz, gidip yanağından makas mı alırsınız yani? Millet bir de Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de Mete'nin müzik sınıfında hep yalnız derse girmesine takılmış. E ne olacaktı yani? Tıklım tıkış sınıfta müzik öğretmeni ile platonik aşk mı yaşanır? Herkes dangır dangur mandolin ve flüt çalmayı öğrenmeye çabalarken, Mete o hengamede öğretmenine nasıl göz süzüp melül melül baksın? Belli ki arkadaşları bu aşka bir omuz verip derslere girmiyorlar işte... Hele ekran başındaki iç mimar özentileri var ki, dayanılır gibi değil. Ahmet ile Amina'nın yaşadığı evin zemini laminant parkeymiş de, o zaman böyle bir malzeme yokmuş... Hanımın Çitliği'nde 1950'li yıllarda Adanalılar, Amerikan baskı kapıyı icat etmişler de dünya uyuyor muymuş!.. Bir de şu Muhteşem Yüzyıl meselesi var. Neymiş efendim, Kanuni seferden dönünce, Hürrem'e "Türkçe'ni ne güzel ilerletmişsin" diyormuş da, o günlerde konuşulan lisana Türkçe değil, Osmanlıca denirmiş de falan, filan... Yahu Rusya'nın bilmem neresinden toplanıp getirilen kadınlar daha gemide Osmanlıca'yı sökmemişler miydi? Lisan öğrenmeye bunca yeteneği olan zevatın, öngörüde bulunup, Osmanlıca'ya yıllar öncesinden 'Türkçe' demesine niye şaşırıyorsunuz ki? Bir de neymiş efendim? Şehzade Mustafa, büyüklerinden bir şey isterken "Lütfen" diyormuş da, o zamanlar bu kelime kullanılmıyormuş. Adı üstünde, Şehzade!.. Ömrü vefa etseymiş kuşkusuz hem savaş meydanlarında bileği bükülmez bir kahraman, hem saraylarda zarif bir salon erkeği olacakmış. "Lütfen" demek, "Tez huzuruma getirile"den daha kibarca, değil mi? Ayrıca, has odadaki şöminenin önünde bulunan camdan korumaya kafayı takanlar da var. Ne yani? Her şeyi gavur icat edecek diye bekleyecek değiliz ya!.. Sevgili okurlarım, lütfen öküzün altında buzağı aramaktan vazgeçin artık!.. Dizi izlerken, pijamanızı giyip, ayağınızı pufa uzatın... Ve size "yutturulan" tek şeyin, kasenizdeki patlamış mısır olduğuna inanmaya çalışın!..


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA