Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNCEL ÖZİÇER

Denge benden çok uzak

Bugünlerde kafam, adeta Ay'ın hareketlerine göre iyice gidip geliyor.
Beynimin içindeki sıvılar bir yükseliyor, bir alçalıyor.
Kararsızlığım artık had safhada.
Misal evi boyatayım, kışın isini pasını şöyle bir üzerimden atayım dedim; boyacılar her gün fikir değiştirmeme dayanamadı, kaçtı.
Çünkü ilk önce katalogdan bayıla bayıla seçtiğim, hatta seçimlerimden ötürü kendimi tebrik ettiğim renkler duvarla buluşunca, ortaya akıl almaz bir görüntü çıktı.
Bir kere bu zamana kadar 10 ev değiştirmiş biri olarak prensibim; bütün evi tek renk boyamaktır.
Her odası ayrı renk boyanmış evlerin sahiplerini aşağıladığım, dudak büküp zevksizlikleri hakkında dedikodu yapmışlığım bile vardır.
Ama şimdi gelin de evimi görün.
Her oda değil, neredeyse her duvar ayrı renk oldu.

BİR RENK TERAPİSTİ OLSA...
Vurulan hiçbir rengi beğenmedim.
Değiştirdim, yenisini de hiç tutmadım.
Bir daha değiştirdim; bu kez seçtiğim renkle akıl sağlığımdan şüphe ettim.
Şimdi duvarlarım; beyaz, gri olması gerekirken maviyle mor arası garip bir renk. Ördek yeşili ile onun daha açığı olan ve genelde camilerde kullanılan bir yeşil.
Bir kere ben soğuk renk sevmem!
Ne üstümde başımda, ne de evimin boyasında, dekorasyonunda bu zamana kadar soğuk renklere bulaşmışlığım yoktur.
Birilerine hediye alırken bile baktığım renkler bunlar değildir.
Keşke şimdi yanımda bir renk bilimci, renk terapisti ya da renk analisti olsa da bana bunun nedenini bir güzel açıklasa...
En basit gibi görünen seçimlerimizin bile bilinçaltında çok farklı hikayelere dokunduğuna inanıyorum çünkü ben.
Benim sıcaktan uzaklaşıp soğukla samimiyet kurmamın da illa ki bir nedeni vardır.
Neyse; şu anda evin renklerinden hiç memnun değilim, hatta baktıkça her gün daha da mutsuz oluyorum. Sanki bir başkasının evine taşınmışım gibi...
Ama yine de inatla değiştirmeyeceğim.
Bakalım, vardır belki bir hayır...
Bekleyip göreceğim.
Fakat beklerken kendimi daha da hırpalayacağım kesin; çünkü iş sadece boya kararsızlığından ibaret değil!
Yeni tanıştığım bir insanı hemen o dakika sevip, yarım saat sonra sevmekten vazgeçip ertesi gün yine 'Ay ne iyi insan' listeme almam çok yorucu mesela.
Bayılıyorum yeni insanlarla tanışmaya. Ve çok hazırım o insanlarla hemen duygusal bağ kurmaya.
Onlar da önce şaşırıyorlar, "Bu kadın neden bizi bu kadar sevdi ve nasıl bu kadar çabuk samimi olabildi?" diyorlar.
Yani herhalde diyorlardır; yüzlerinden, söylediklerinden bunu çıkarmak zor değil.
Sonra onlar da aynı şekilde bana karşılık veriyor ve biz birden 40 yıllık ahbap oluyoruz.
Bir samimiyet, bir laubalilik...
Ve ardından benim tarafımdan gelen pişmanık. Kafamda "Neden hayatımın içine pat diye soktum ki şimdi ben bunları?'" sorusu ve yakınlaştığım gibi olay yerinden aynı hızla uzaklaşmam...

DENGE KURMAYI İSTEMEM
Arkamdan "Dengesiz" de derler, "Kendini beğenmiş" de, "Soğuk nevale" de...
Haklılar; ben veriyorum bu kozu.
Ama işte insanın içinde denge yoksa; dışarıya yansıttığı karakterde de ortalık süt liman olmuyor, olamıyor.
Peki o dengeyi kurmak ister misin diye sorarsanız, "Hiç istemem" derim.
Ben böyle iyiyim. Evet arada kendi kendimin canını çok sıkıyorum ama her zaman her dakika aynı hızla atan bir nabız hiç bana göre değil.
Ayrıca yeni tanıştığım insanlarla giriştiğim bu enseye tokat hallerim bazen işe de yarıyor.
Çok şahane insanlarla arayı fazla uzatmadan hemen yarenliğe başlıyoruz ve bu böyle de devam ediyor.
Bakın mesela şimdi bu yazıyı okurken "Bak bak, bizden bahsediyor" diyen pek muhterem dostlarım var, eminim.
Onları, tanıştığımız ilk gün beni, akıl sağlığımdan şüphe etmeyip "Yazık, deli herhalde" demeden bağırlarına bastıkları için buradan sevgiyle kucaklıyor, bugünlük programımı burada noktalıyorum.
İyi pazarlar olsun!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA