Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AYŞE ÖZYILMAZEL

'Thelma ve Louise' ya da 'ama' ve 'çünkü'

Yazmaya karar verince yazılmıyor. Çünkü yazmak karar verilecek bir şey değil. 'Çünkü' de cümlenin başına gelecek bir kelime değil; ama olsun.
Yıllardır göz göre göre, yerinin orası olmadığını bile bile cümle başında kullanıyorum 'çünkü'yü.
Belki bütün hayatım açıklama yaparak geçtiği için özne zannettim çünkü'leri; bağlaçtılar oysa.
Bir kamyon 'çünkü' gelse, birbirine bağlayamazdı zaten sebeplerimle söylediklerimi.
Aynı 'ama' gibi... 'Çünkü' ve 'ama'; dilimin 'Bonny ve Clyde'ı, 'Thelma ve Louise'i...
Veriyorlar el ele; tozu dumana katıyorlar, kaçıyorlar, olmamaları gereken yerde bitiyorlar, filmin sonunda kazanmalarına imkan yok ama duramıyorlar; ne kadar durmazlarsa o kadar yaşayacaklar.
Altı üstü iki edat ya da Sedat!
Ne fark eder? Bu kadar anlam yüklemeye değer mi? Belki de değer.
Ama ben... Çünkü ben... İşte ben.

YAZMAK İÇ GÜRÜLTÜSÜ
Yazmaya karar verince yazılmıyor işte.
Girişte de söyledim. Hoş, kendisi pek giriş gibi değil ama konumundan dolayı giriş muamelesi görebilir.
Nasılsa aşk da pek aşk değil, gurur da pek gurur değil, vicdan da pek vicdan değil; öyle değil mi? İdare ederiz.
Yazmak; aklını kaçırmış bir hareket, iç gürültüsü. Kendi kendine konuşup duruyorsun car car car.
Mesela her kelimeyi, yazarken kafamda seslendiriyorum ben.
Tonluyorum, yazma hızında konuşuyorum.
Silerken de geri sarıyorum. Mesela demin 'silerken de geri alıyorum' yazmıştım.
Sonra 'alıyorum' kelimesini sildim ve yerine 'sarıyorum' yazdım ve bunları seslendirdim.
Tabii içimden, sessiz film gibi ama romantik değil; dramatik, acınası, hastalıklı olabilir ama romantik değil. Kimseye söylenecek bir şey de değil.
Aramızda kalsın.
Gidip masanın başına oturmak gerekiyor yazmak için.
Her yazdığın da okunmaya değer olmuyor. Bazen öyle utanıyorum, sıkılıyorum ki yazdıklarımla burun buruna gelince. Hele şu gazetedeki köşe, olur olmaz yerlerde 'böhhh'lüyor beni. Ce-eeee! Oysa ben o gün seçtiğim konuyu bile unutmayı seçmiş oluyorum çoktan.

MECBURİYET KALDIRMIYOR
Yazı, gazetedeki editörümün posta kutusuna gitmek üzere g-mail'imin 'gönderilenler' kutusuna düştüğü anda siliyorum hafızamdan.
Başka şeyler yazmak istiyorum. Süzülmemiş şeyler. Sağa sola çekiştirilmeyecek şeyler. Çekiştirilmelerine takmayacağım şeyler. Benden doğru meseleler.
Kaç kere söyledim; yazmak karar verilecek bir şey değil. Tokmağın sesiyle olmuyor.
Olan bir şey yazmak; olağanmış gibi yapan, olağandışı bir şey. Çok çirkin de olabilir, çok güzel de... Belki vasat ya da bugün kesat.
Tutkulu bir şey yazmak; yüzü gözü tutkallayan.
Kimselere söylenmeyecek bir şey...
Çatlak! Kendi kendine Da Vinci'nin şifresini arayan.
Başkalarını bilmem ama bende yazı mecburiyet kaldırmıyor. Küsüyor, 'hadi' deyince kaçıyor, kızıyor, gecenin köründe başımdan aşağı bir kova su dökerek uyandırıyor, istiyor, hep istiyor.
Deli mi ne, sürekli peşimde.
Aşık mı ne?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA