Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Tarih “dayatma” ve “korku”su

Sanatçı Ahmet Güneştekin'in geçtiğimiz yıl Venedik Bienali'nde sergilenen "Kostantiniyye" eserinin Ataköy'de bir AVM önüne konulması ilginç tepkilere neden oldu.
Tepkiler üzerine çalışmanın Bakırköy Belediyesi tarafından önce branda ile örtülmesi daha sonra da kaldırılması, sosyal medyanın değişik eğilimlerdeki "istemezükçü" topluluklara sunduğu örgütlenme ve eylem imkânlarını göstermektedir.
Ancak söz konusu eserin kaldırılması talebinde bulunan "öfkeli" topluluğun dile getirdiği iddia olunan
"Burası 1453'den beri İstanbul" ve "Fatih Sultan Mehmed Han'ın fethettiği İstanbul'da Bizans sevdalıları Kostantiniyye adını milletin gözüne sokmaya kalkışıyor" benzeri ifadeler konunun farklı açılardan da önem taşıdığını ortaya koymaktadır.
Zikredilen söylem, popüler muhafazakârlığın "tarih"i yeniden inşa faaliyetini pek çok açıdan sert eleştirilere uğrattığı İttihadçı-Kemalist çizgide gerçekleştirdiğini ortaya koymakla kalmayarak, bu geleneğin paranoya noktasına taşıdığı "tarih korkusu"nu da içselleştirdiğini göstermektedir.

Osmanlı inşa edilirken
Tarih bir "gerçeklik arkeolojisi" olmayıp, mevcut şartlardan derin biçimde etkilenen bir yeniden inşa faaliyetidir.
O nedenle değişik zamanların ruhları ve ideolojik eğilimler, "tarih"in farklı biçimlerde yaratılmasına neden olmaktadır.
Örneğin, Erken Cumhuriyet dönemi ile günümüzde "Osmanlı geçmişi" zıt kutuplarda inşa olunmakta, "sol" ve "muhafazakâr" tarihler de aynı konuda oldukça farklı resimler sunmaktadır.
Bunun genellikle varsayılanın tersine bir "sorun" olmadığının vurgulanması gereklidir.
"Tekil" tarih yerine çoğulcu yollarla üretilen "tarihler"in varlığı toplumların "demokratikleşme" derecesini ortaya koyan göstergelerden birisidir. Burada "sorun" tarihin farklı biçimlerde "inşa edilmesi" değil "bir tarih yorumu"nun topluma "dayatılarak" diğerlerinin yasaklanmasının talep edilmesidir.
Erken Cumhuriyet ideolojisinin inşa ettiği "medeniyet kurucusu bir ırkın karanlık parantezi olarak Osmanlı" yaklaşımının temel sorunu da "gerçeklikle uyuşmazlık"tan ziyade bunun "tekil ve tartışılmaz tarih" biçiminde dayatılmasıydı.
Kostantiniyye eserinin kaldırılması için inşa edilen "Osmanlı"nın aslî sakıncası da tarihî gerçekliği kavramaktan uzak bir "algı"ya dayanması değildir. Ancak bu "algı"nın "tarihî gerçeklik" ile ciddî biçimde çatıştığı da vurgulanmalıdır.
"Osmanlı"yı biçim ve söylemleri "taklit" ederek farklı bağlamlarda yeniden üretebileceği zehabına kapılan popüler muhafazakârlık, "Müslüman Roma"sı olma, değişik inanç ve kültürleri bir hiyerarşi dahilinde beraberce yaşatma iddiası taşıyan bir düzeni değerlendirme alanında fazlasıyla âciz kalmaktadır.
Gerçekleştirdiği "fetih" nedeniyle "Kostantiniyye" adının kullanılmasına itiraz edilen Fatih Sultan Mehmed'in, bu gelişmeden çeyrek asır sonra 1478 (Hicrî 882) tarihinde bastırdığı ilk Osmanlı altın sikkesine "duribe Kostantiniyye" (Kostantiniyye'de darb olunmuştur) ifadesini yazdırdığı (kendisi Rumların kolaylıkla kullanması amacıyla tüm açıklamaları Yunanca olan bakır mangır da kestirtmiştir), bu geleneğin 1716 tarihinde kestirilen Sikke-i Cedîd-i Zer-i İslâmbol benzeri paralar istisnâ edilirse Osmanlı devletinin sonuna kadar devam ettiği göz önüne alınırsa söz konusu yaklaşımın gerçeklikle ilişkisinin ne denli sorunlu olduğu kolaylıkla görülebilir.
Osmanlı, pâyitahtına "Dersaadet" "Darü'l-hilâfeti'l-aliyye," "Âsitâne" benzeri ifadelerle atıfta bulunmuş, şer'iyye mahkemelerinde genellikle "Mahmiyye-i İslâmbol" ifadesi kullanılmış, buna karşılık "Kostantiniyye" "yasaklanarak" kullanımdan çıkarılmamıştır.
Paralar dışında pek çok şer'iyye mahkemesinde "Mahmiyye-i Kostantiniyye" kullanımının yaygın olması dışında, Osmanlı Hariciye Nezareti'nin yabancı dil yazışmalarına mahsus antetli kâğıtlarında da imparatorluğun sonuna kadar "Constantinople" kelimesi muhafaza edilmiştir.
Dolayısıyla "1453'e kadar Kostantiniyye sonra İstanbul" tezi "Kostantiniyye" ile "Dersaadet," "Brusa" ile "Hüdavendigâr"ın beraberce kullanılmasında sakınca görmeyen "Osmanlı"yı kendi bağlamında anlamaktan fazlasıyla uzaktır.
Tekrar altını çizecek olursak "sorun" böylesi bir tezin üretilmesi değildir. Çoğulcu toplumlarda herkesin "tarih"i dilediği gibi yorumlama ve inşa etme hürriyeti vardır. Buna karşılık inşa edilen "bir tarih"e dayanarak diğer yorumları yasaklamaya kalkışmak böylesi yapılarda kabûl edilemez.

Tarih korkusu
Osmanlı'nın şehir adlarının da dahil olduğu alanlarda "farkılık"a müsaade etmesi toplumsal ve kültürel zenginliğinden "korkmaması"ndan kaynaklanıyordu.
Ancak yükselen milliyetçilik bu alanda değişik toplumlarda olduğu gibi son yıllarında imparatorlukta da siyaset değişikliğine yol açmıştır.
Balkan Harpleri (1912-13) sonrasında başlatılan şehir, kasaba, coğrafî alan isim değişiklikleri, bu uygulamayı artan bir ivme ile devam ettiren Cumhuriyet döneminde resmî siyaset haline getirilmiştir.
Bu süreçte sadece Türkçe dışındaki dillerdeki adlar değiştirilmemiş, Kırk Kilise (Kırklareli), Tekfur Dağı (Tekirdağ) benzeri ifadeler dahi sakıncalı görülerek tashih olunmuştur.
"Constantinople/ Kostantiniyye" kelimesi de bu çerçevede yasaklanmış, örneğin diplomatik muhaberat hattâ postaya verilen mektuplarda dahi kullanımına izin verilmemiştir.
Bu yaklaşımda ciddî bir "tarih korkusu"nun izlerini görmek mümkündür.
Benzer entelektüel kaynaklardan beslenen İttihad ve Terakki rüesâsı ile Erken Cumhuriyet liderleri dağılmakta olan imparatorluk ve genç ulus-devlet üzerinde "tarih"in işlevselleştirilmesiyle hak iddia edilmesinden ciddî biçimde endişelenmiş ve bunu önleyecek siyasetler geliştirmeye çalışmışlardır.
"Tarih"i ülkeyi bölme alanında kullanılacak bir "araç" olarak gören, bu nedenle de ona yönelik derin bir "korku" geliştiren söz konusu kadrolar bu nedenle, "farklı kültürlerin izlerini silme"den anlamsızlık rekoru kıracak kuramlar üretmeye ulaşan tedbirler almaya yönelmişlerdir.
Şehir adlarının değişimi, farklı kültürlerin izlerinin silinmesi ve Anadolu medeniyetlerini kuranların 1071'den binlerce yıl önce "Orta Asya'dan göç eden brakisefal kafataslı proto-Türkler" olduğu, Hitit ve Sümerlerin "Türk ırkına mensubiyeti" benzeri iddialarda bulunan bir "tarih tezi"nin geliştirilmesi bu amaçla kullanılan araçlardır.
Kumtepe'de bulunan neolitik çağ kadavrasının "Türk" olduğu "kanıtlandığında" Bizans'ı sahiplenerek toprak talebinde bulunmaya kalkışacak Yunanlılara binlerce yıllık fark atılmış olunuyordu.
Bu açıdan bakıldığında günümüz popüler muhafazakârlığının üzerinde yaşadığı toprakla ilişkisini "aidiyet" ve diğerlerini "inkâr" üzerinden kuran milliyetçi ve yasakçı İttihadçı-Kemalist çizgiyi sahiplendiği yorumu yapılabilir.
Ancak, son tahlilde sorun, "tarih korkusu"nu da yansıtan böylesi bir çizgiye savrulmak değil bunun topluma dayatılmaya çalışılmasıdır.

"Kostantiniyye" eserinin gördüğü "tepki" üzerine kaldırılması, "tarih korkusu"nu da yansıtan bir yorumun "tekil tarih" olarak topluma dayatılmasına teslim olmaktır

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA