Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

“Millî Kültür”ü nasıl tanımlayalım?

Türkiye, "millî" kavramının tanımlanması ve içinin doldurulması alanında karmaşıklığın yaşandığı bir toplumdur. Bunun çarpıcı biçimde ortaya konulduğu alanlardan birisi de "millî kültür" kavramsallaştırmasıdır.
Bu gerçekleştirilirken "geleneksel," "folklorik," "yerel," "yerli" ve "millî" kavramlarının eşanlamlı olduğunun varsayılması son derece muğlâk bir "kültür" tanımının şekillenmesine neden olmaktadır.
Bunun neticesinde "millî kültür," "korunmaya çalışıldığı kültür" üzerinden tanımlanmaktadır.
Bu ise genellikle "evrensel" ve "millî" arasında var olduğu iddia olunan "uzlaşmazlık" ve "çatışma"nın vurgulanması ile gerçekleştirilmektedir.
Geçtiğimiz günlerde üçüncüsü toplanan "Millî Kültür Şûraları" da bu çerçevede bir kavramsallaştırma yaparak, aynı torbaya koyduğu "geleneksel," "yerli," "yerel" ve "millî"yi "koruma," "kurtarma" ve "ihya"yı hedefleyen tedbir, tavsiye ve önerileri siyasete iletmektedir.
Bu alanda söz konusu şûralar tarafından yapılan tavsiyelerin ne denli etkili olduğu tartışmalıdır.
Örneğin, şehircilik alanında yaşadığımız gelişmeler, 1989 Şûrası'nın "Bursa, Edirne gibi şehirlerin müze şehir olarak muhafaza edilmesi" yolundaki tavsiyesinin dikkate alınmadığını ortaya koymaktadır.
Buna karşılık, uygulama üzerindeki tesirinden bağımsız olarak söz konusu şûraların önemli forumlarından birisi olduğu "millî kültür" savunusu, Türkiye'de "evrensel"in tehdidi altında olduğu düşünülen "değerler"i korumaya (burada kastedilen geleneksel sanatların ortadan kalkmasının önüne geçme anlamındaki "koruma" değildir, bu doğal olarak önemli bir öncelik olmalıdır) yönelik "tedafüî" ve "çatışmacı" bir yaklaşımı dile getirmektedir.

Sentez-çatışma
Modernliğin Batı'nın siyasal, ekonomik ve teknolojik hegemonyası ile iç içe geçmesi, Hıristiyanlık ve kapitalizmin "evrensel kültür"ün şekillenmesinde diğer inanç sistemleri, değerler ve üretim biçimlerine kıyasla orantısız bir belirleyiciliğe sahip olmasına yol açmıştır. Bunun neticesinde Batı'nın sadece "değerler" değil, eşya kültüründen siyasal yönetim biçimlerine uzanan alanlarda hegemonik biçimde şekillendirdiği bir "evrensellik" oluşmuştur.
Sömürgeciliğin ivme kazandırdığı bu "evrensel kültür" yaklaşımı Batı dışı toplumlarda ciddî bir dirençle karşılaşmıştır.
Ancak zikrettiğimiz hegemonik güç ve orantısız teknolojik üstünlük bu direnci kırmış ve Batı merkezli "evrenselliği" "modern olma adına" benimsettirmiştir. Bu süreçte söz konusu toplumlarda anılan evrenselliğin tekil bir "modernlik"in değerlerini ve yaşam felsefesini dile getirdiği, onu içselleştirmenin "ilerleme," "çağdaşlaşma" ve dünya ile eklemleşmenin kaçınılmaz koşulu olduğu inancı da seçkinler düzeyinde yaygın kabûl görmüştür.
Konuya kendi geçmişimizin yardımıyla yaklaşacak olursak, Kemalist modernleşme projesi de böylesi bir "evrensellik"in tekil medeniyet ve modernlik olarak benimsenmesini ve onunla bağdaştırılamaz olduğu düşünülen yerel kültür değerlerinin terk edilmesinin gerekliliğini ileri sürmüştür.
Bu ise Batı dışı ülkeler içinde söz konusu değerlerle "evrensel"in bağdaştırılması alanında hatırı sayılır başarı sağlamış bir toplumda rejimin otoriter karakteri nedeniyle açıkça dile getirilemeyen tepkilere yol açmıştır. Kemalist projenin İslâmiyet'in "evrensel" karakterini göz ardı ederek din referanslı kültür unsurlarının da "evrensellik" ve "modernlik" ile uyuşamayacağını ileri sürmesi bu alanda oluşan toplumsal direnci tahkim etmiştir.
Bunun neticesinde pek çok Batı dışı toplumda olduğu gibi Türkiye'de de "kültür" bir çatışma alanı haline gelmiş, "evrensel"in "millî" ve onun yanı sıra "dinî" kültür ile uyumsuz, onların karşı tezi olduğu görüşü yaygın kabûl görmüştür. İlginç olan bu alandaki kutuplaşmanın iki ucunun da "evrensel-millî (ve anlamsız olmasına karşın dinî) çatışması" yaklaşımının anlamlı olduğunu düşünmesidir.

Senteze dönüş
Bunun neticesinde "kültür" tartışması, istisnâlar dışında, tekil modernliğin "evrensel" değer ve biçimlerinin tartışılmaz üstünlüğünü savunanlar ile güçlü bir relativizmi benimseyerek özgün "millî kültür"ün korunma ve ihyasını arzu edenlerin çatışmasına dönüşmektedir.
Bu tartışmanın Türkiye'ye özgün olduğu düşünülmemelidir.
Batılılaşmış seçkinlerin toplumlarını otokratik siyasetle "dönüştürme" çabaları yirminci yüzyıl tarihinin önemli bir kesitini oluşturmaktadır.
Buna karşılık, "Asya Değerleri" benzeri "evrensel" ile çatışan "özgün kültür" kavramsallaştırmaları Singapur'da Lee Kuan Yew ve Malezya'da Mahathir bin Mohamad gibi liderler tarafından kullanılmıştır.
Bu yaklaşımların siyasetteki karşılıkları da "modernlikler"in varlığını reddederek tekil bir "modernlik"i topluma yasakçılık aracılığıyla dayatan "otoriterlik" ile özgün "millîlik/ yerlilik"i koruma ve ihya hedefli "otoriterlik" olmaktadır. Zikredilen örneklerden yola çıkarsak, Batı dışı toplumlarda yukarıdan aşağıya Batılılaşmayı hayata geçiren seçkinler ile "Asya Değerleri"ni koruma ve ihyayı hedefleyen girişimler benzer karakterli "otoriter siyaset" üretmişlerdir.
Dolayısıyla, "evrensellik"e yönelik anlamlı eleştiriler yaparken radikal bir kültürel relativizme savrularak tüm insanlar için geçerli, "evrensel" değerler olamayacağı, bu nedenle de "millî"nin "evrensel" ile bağdaştırılması imkânsız, onunla çatışan "değerler" taşıdığını savunmak, siyasal açıdan, Batılılaşmanın "tekil modernlik"i "evrensellik" olarak dayatması kadar sorunlu bir yaklaşımdır.
"Millî ve yerli"nin bu çerçevede tanımlanmasını sağlayan kültürel relativist yorum, Amerikan antropoloji derneklerinin başını çektiği akademik kuruluşların 1947 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne "hiçbir bildirgenin tüm insanlara uygulanamayacağı" gerekçesiyle karşı çıkmasını andıran yaklaşımlar üretebilir. Bunun yanı sıra farklı bağlamların doğurduğu "kültürler"i değişik koşullar ve dönemlerde yeniden üretme gayreti, "biçim taklidi" ötesinde neticeler vermez.
Dolayısıyla, "yerli/millî kültür değerleri" konusunda gösterilen hassasiyetin "evrensel"i tehdit olarak gören dışlayıcı bir relativizme dönüşmesinin önlenmesi, "çatışma" ve "biçim taklidi" temelli "ihya" yerine "sentez"e yönelinmesi gerekmektedir.
Cumhuriyet sonrasında yaşanan gelişmeler, Batı dışında yirminci yüzyılın başlarına kadar böylesi bir "sentez"i gerçekleştirebilen az sayıda toplumdan birisi olduğumuz gerçeğini unutturmamalıdır.
Bu alanda evrensel ile "özgünlük ve farklılık" vurgulu "çatışma" yerine "kavramsal düzeyde benzerlik"i ön plana çıkaran "bağdaştırıcılık ve sentez"e yönelmek anlamlı olacaktır.
Bunun, konu tartışılırken genellikle vurgulanmayan bir neticesi de "millî ve yerli"nin bu şekilde kavramsallaştırılmasının, onların "otoriter siyaset"in hizmetine koşulmasının önüne geçecek olmasıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA