Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Gelecek yıllar Hz. Muhammed (s.a.v.) yılları olacaktır

Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ümmeti arasında çok farklı bir sevgi bağı vardır. Birebir muhatap olanlar nasıl O'na tarif edilmez bir tutkuyla bağlandılarsa kendisine asırlar sonrasında iman edenler de aynı aşkla bağlandılar. O'nu görmeden iman ettiler ve yine O'nu görmeden teslim oldular.
Bizim Hz. Peygamber'e (s.a.v.) imanımız ahirette karşılığı beklenen, cennetle mükâfatlandırılması ümit edilen bir iman değildir. Zaten karşılığı beklenerek yapılan ibadet Hz. Ali'nin deyimiyle "kölelerin ibadetidir." Karşılıksız ve menfaatsizce iman ettik. İman etmenin ağır bir bedeli olsaydı şayet, buna da razı olarak iman ederdik.
Biz Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ahiretteki şefaatine elbette inanıyoruz. Elbette O'nun şefaatine talibiz. Ama O'nu şefaat beklentisiyle sevmedik. O'nun gül cemalini özledik. Gül cemaline ve muhteşem edebine tutkunuz. Elimizden tutup da cennete götürsün diye özlemedik. Elimizden tutup götürürse de razı oluruz elbet. Peki, öyleyse biz O'na niçin iman ettik? Biz O'na, O olduğu için iman ettik ve sadıkların imanının sevgi odaklı olduğuna inandığımız için iman ettik. Bizi seçip ateşe gönderse de, bu sevgimiz zerrece azalmadan devam edecek.
Çünkü O'nunla sevmeyi sevdik. Öğrendik ki; Cennet'e, Allah'ın rızasına, Allah'ı görmeye ve cennette ebedi olmaya ancak sevgiyle ulaşılabilirmiş. İşte bütün bunların hepsini O'ndan öğrendik. Hz. Peygamber (s.a.v.) de "insan" kavramının bütün boyutlarıyla anlam bulduğunu gördük.

Kutlu Doğum konferanslarından izlenimler
Şanlıurfa'nın Siverek ilçesindeydim. Kutlu Doğum vesilesiyle konuştum. Kapalı spor salonu ve dışarıya kurulan sinevizyon vasıtasıyla 10 bin kişinin üzerinde insanla buluştuk. Salona yarım saatte girebildik. İzdihamdan. Birkaç saat öncesinde de Diyarbakır Dicle Üniversitesi salonlarında aynı kalabalığa hitap ettik. Bir gün öncesinde ise Gemlik'teydim. Orada da tarihi bir gün yaşandı. Binlerce insan salonu konferanstan 4 saat önce doldurdu. Adana Ceyhan'da yine on bini aşkın sevdalıya Hz. Peygamber'i (s.a.v.) anlattım. Bunlar son günlerdeki konferanslarımdan sadece birkaçı.
Peki kimlerdi bu dinleyiciler? Genç kızlar, genç delikanlılar, orta yaşlılar, yaşlılar, çocuklar. Her mezhep, meşrep, siyasi düşünceden insanlar vardı, dini az yaşayan, çok yaşayan vardı, Müslüman olmayanlar da vardı. Yani bu ülke insanı vardı.
Bütün farklılıklarıyla herkes vardı. İnsanların gözleri ışıl ışıldı. Siz sahneye çıktığınızda zaten insanların yarısının gözleri doluyor. Konuşmanız bitmesin istiyorlar. Bütün bunların anlamı şudur; Milletimiz Peygamberini yeniden keşfediyor, yeniden tanıyor. O'nunla kişilik buluyor. O'nunla varlığını, sevgisini, sevdasını pekiştiriyor. Aslında su mecrasını buluyor. Olması gereken oluyor. Çünkü hiçbir hadise, gerekçe veya meyil Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve O'nun sünnetini, unutturmaya yetmedi. Yetmeyecekte. Peygamberini koruyan, O'nu gönderen Rabbidir. Başkası değil. Önemli olan ise, O'nu doğru tanımak ve doğru tanıtmak. O'nun yolunu doğru tarif etmek. Merhametin, sevginin, beraberliğin, başkasını düşünebilmenin, başkasına hayat hakkı tanımanın, dayatmamanın, Rabbani oluşun, intikam hırsıyla hareket etmemenin O'nun yolu olduğunu anlatabilmek. Terörün de, arsızlığın da, hırsızlığın da, sahtekârlığın da, tahammülsüzlüğün de çözüm yolu budur. Çünkü bizim insanımızın karakteri buna müsaittir. İnsanımızın yüreğine, yürekle girebilirsiniz. Şiddetle, baskıyla, hakaretle ve kavgayla değil. İnsanımız düşmanlığı unutur ama insanlığı, sevgiyi hiç unutmaz. Düşmanına düşmanlıktan vazgeçer ama sadık olan dostuna dostluktan vazgeçmez.

Bizden öncekiler sevgi sınavını aştılar
Biz bir sınavdayız. Doğruyu, doğru bilmenin ve doğru sevmenin sınavındayız. Bu sınavı aşacağımıza inanıyorum. Bizden öncekiler bu sınavı hakkıyla aştılar. Bu noktada, bizi geçenlerden birkaç hatıra nakletmek istiyorum.
Caferi Sadık, son derece neşeli ve şakacı bir insandı. Ehli Beyt'in büyüklerindendi. Kutlu bir neslin, kutlu mensubuydu. Mezhep imamı olabilecek derinlikteydi. Büyük imamlara, imamlık ve öğretmenlik yapmıştı. Bütün şakacı kimliğine rağmen; Hz. Peygamber'den (s.a.v.) bahsedildiğinde yüzü sararırdı. Renkten renge girerdi. Bir anda kendini Hz. Peygamber'in (s.a.v.) huzurunda hisseder, mahcubiyet duyardı. Ehli Beyt'in imamları O'na böyle bir tutkuyla bağlıydılar.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra O'nun mezarını görmek arzusuyla Medine'ye gelen -adı, sanı bilinmeyen- bir kadın Hz. Aişe annemizin kapısına gelir. İçeri girmek ister. Hz. Aişe onu kırmaz, içeri alır. Kadın oturduktan sonra Peygamberimiz'in (s.a.v.) mezarını örten perdeyi açmasını Hz. Aişe'den ister. Hz. Aişe Peygamberimiz'in (s.a.v.) mezarının bulunduğu odada yaşıyordu. Astığı bir perdeyle, mezarı ve kendi oturduğu odayı ayırmıştı. Hz. Aişe kadını kıramaz. Perdeyi açar, kadın gözyaşları arasında Hz. Peygamber'in (s.a.v.) mezarına kapanır ve orada ruhunu teslim eder. Görmeden nasıl sevebileceğine dair en güzel örneği vererek.
İmam Malik -Maliki mezhebinin kurucusu- Medine şehrine "pis şehir" diyene hapis cezası vermekle hükmetmiştir. "Peygamberin kabrinin olduğu şehre 'pis' cümlesini yakıştıramazsınız" der. Herhangi bir konuda fetva verirken bin defa düşünen Medine'nin bu büyük fıkıhçısı, bu hususta çok net ve açıktı.
Osmanlı Sultanı Sultan Abdülaziz hastadır. Yatağında uzanmıştır. Ayağa kalkacak takati yoktur. Bir ara içeri giren bir görevli sultanın kulağına bir şey fısıldar. Sultanın rengi atar. "Bana abdest için su getirin" der. Abdest alır. Sonra, "elbisemi giydirin" der. Elbisesini giydirdikten sonra "beni ayağa kaldırın" der. Ayağa kaldırırlar. Esas duruşa geçer gibi ayakta durur. Ve adamına, Medine Valisi'nden gelen mektubu şimdi getirebilirsiniz der. Medine Valisi'nden gelen mektubu öpüp başına koyan Sultan Abdülaziz, şimdi açıp okuyun der. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şehri olan Medine'nin tozu bulaşmıştır diye Medine'den gelen mektubu abdestsiz eline almaz ve uzandığı yerde karşılamaz. Sevgilinin şehrinden gelen mektubu ayakta karşılar.

Hz. Peygamber (s.a.v.) algımız doğru mu?
Şimdi bu anlattığım birkaç sevgi tezahürünü, küçük görüp, avami sevgi diye niteleyip dudak bükenler olacaktır. Çünkü böyle insanlar bulutların üzerinde gezinirler. Bol bol entelektüel boşboğazlık yaparlar. Onlar Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetini de, hadislerini de dudak ucuyla karşılarlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatına, mucizelerine, yaptığı büyük inkılaplara da mesafeliler. Daha doğrusu, ne olduklarını dahi bilmemekteler. İki cami arasındaki namazsızlar gibiler. Onlara parmak ucu kadar itibar etmiyorum. Değer vermiyorum. Toplumumuz da bu türden insanlara, parazitlere değer vermez.
Öyleyse, Efendimize nasıl bir teslimiyetle iman ettiğimi belirteyim. Hem de apaçık bir şekilde. Hem de hiç eğip bükmeden. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bir tel saçına bütün bir varlığımı feda edecek kadar tutkuluyum. Biz, Muhammedimizi (s.a.v.) böyle sevdik. Böyle sevmeye ve anlatmaya devam edeceğiz. Ölüm bize gelinceye kadar.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA