Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Müslüman Müslüman’la küfürleşmez

İslam düşmanları Müslümanlar arasındaki didişmeden haz duyarlar.
Bunun zeminini sağlarlar. Bu ferdi anlamda da böyledir. Devletler çapında da böyledir. Müslüman ülkeleri birbiriyle anlaşamaz görmek bu taifenin en sevdiği pozisyonudur. Bu şer odaklarını sevindirmemek lazım.
Bazen Müslümanlar -dünyevi veya uhrevi nedenlerden dolayı- birbiriyle zıtlaştığında yine bu iflah etmez taife bıyık altından gülümseyerek manzarayı seyreder. Kavga ettirir. Çatıştırır.
Ayrıştırmayı derinleştirir.

Medyadaki üslup!
Medyada zaman zaman dindar yazarlar arasında görülen ve asla tasvip edilmeyecek olan çirkin üslup bu taifenin iştahını kabartır. Uzaktan alkış tutarlar.
Dindarlar arasındaki muhalefet bir küfürleşmeye, hakarete, seviyesi düşük tanımlamalara dönüşmemelidir.
Herkes düşüncesini hâkim ve edib bir üslupla söyleyebilir. Söylemelidir.
Ama karşı tarafa illaki söz dokundurup hakaret edip, onur ve şerefine zarar verecek bir noktaya vardırılmamalıdır.
Ancak kalem erbabının bu olgunlukta olduğunu söylemek zordur maalesef.
İmamı Şafii, Bağdat'ta sabah namazını kıldığında ikinci rekâtta okuduğu 'kunut' duasını terk etmişti.
Kendi içtihadıyla hareket etmemişti.
Büyük imama etraftakiler sordu;
Siz neden sabah namazının farzındaki 'kunut'u terk ettiniz? Büyük İmam edep içinde cevap verdi; Ebu Hanife'nin mezarının bulunduğu camide namaz kılarken kendi içtihadımla değil de, Ebu Hanife'nin içtihadıyla amel etmek istedim. Bu mezarda yatan Ebu Hanife'ye olan saygımdan ötürü.
İslam tarihi edepli ve onurlu muhalefetin binlerce örneğiyle doludur.
İmam Malik, hayatta olduğu Medine'de; "Malik Medine'de iken fetva vermek başkasına yaraşmaz" sözü darbı mesel olmuştur. Hz. Ali ile savaşan muhaliflerinin; bu büyük Halife hakkındaki medhu senaları muhalefet edebini bize öğreten emsalsiz örneklerdir.
Ama günümüzde Müslümanların bir kısmı, tenkit, muhalefet, haset, hazımsızlık, kıskançlık dozunu kaçırdı.
Müslüman olmayanın bile kullanmayacağı bir dil etrafa hâkim oldu.
Hani Allah'a inanıyorduk! Hani iftira haramdır diyorduk! Hani haset kalibresiz insanların işidir diyorduk!
Hani Müslüman diğer Müslüman'ın elinden, dilinden ve hatta kalbinden emin olacaktı? Kısacası bir zamanlar 'haram' saydığımız bütün fiilleri bizler mubah görmeye başladık.
İmansıza karşı olabildiğince çıtkırıldım, nazik, nazenin, anlayışlı, sevecen iken, Müslüman'a karşı düşman, ölçüsüz, edepsiz, azgın, saldırgan olmaya başladık.
Sebebi ne sizce? Şu soruyu sormak lazım: Kalemi Müslüman'a keskin olanların gayesi acaba Allah, Kur'an, Hz. Peygamber ve dini ulvileştirme midir? Eğer böyle olsaydı, bu azim, büyük, çetin düşmanlığa Rabbül âlemin müsaade eder miydi? Mutlaka iman, hesap, kul hakkı, terazi, sırat gibi inanışları ve hesap duyguları onlara fren olurdu. Çoğumuza olduğu gibi.

Beni kim bıçakladı Hz. Ömer
Medine Mescidinde bıçaklandığında ilk sorduğu soru şu olmuştur: Beni kim hançerledi?
Mugire'nin Zerdüşt'e İranlı kölesi dediklerinde Hz. Ömer Yüce Rabbe hamdetmiş ve şöyle demişti; Allah'a hamdolsun ki bir Müslüman benim katilim olmadı. Yoksa Allah'a ne derdim ben. Müslüman'la Müslüman karşı karşıya gelmemeye çalışmalıdır.
Elbette ümmetin menfaatine, varlığın idamesine dair olan hal bu tasnif dışındadır. Sözüm köşe ve kalemini Allah'ın dinine, rahmet ve kardeşliğe karalaması gereken kardeşlerimedir.

***

DUYURU:
10 Mayıs gecesi (Çarşambayı perşembeye bağlayan gece) Beraat Kandili'dir. O gece ATV'de Kandil Özel programımız olacaktır. Siz saygıdeğer izleyici ve okuyucularımla ekranda buluşmak dileğiyle.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA