Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Yakın mıyız uzak mı?

Yazının başlığını, SETA ve Pollmark'ın dikkatle okunması gereken "Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı" çalışmasından aldım. 7-15 Ağustos 2009 tarihleri arasında 2.497 noktada toplam 10.577 kişiyle yapılan çalışma, toplumsal yakınlık ve uzaklık hissiyatımızı çıplak bir şekilde ortaya koyuyor.
Çalışmaya göre toplumun büyük bir bölümü Kürt sorununun çözülmesini istiyor. Dolayısıyla Hükümetin demokratik açılımına destek veriyor ve muhalefetin uzlaşmaz tavrını doğru bulmuyor. Çözümü siyasi alanda arayanların açık arayla önde olması, önemli bir veri. Bu, 21.nci yüzyılda ne hak taleplerinin ne de birlik-beraberlik kaygılarının şiddet yoluyla karşılanamayacağını gösteriyor. Bu aynı zamanda açılım sürecine karşı çıkarken çözümsüzlüğü çözüm olarak öneren partilerin kan kaybedeceğini ve siyaseten kaybedeceğini gösteriyor.

Ortak Harç?
Önemli bir nokta, "toplumun ortak harcı" olarak görülen değerler: din, ortak tarih, ve kardeşlik duygusu. Bunlar, toplumsal kimliğin önemli kurucu unsurları ve ileri kapitalizmin vaat ve nimetlerinin dahi tek başına kimlik ihtiyacını karşılamadığını gösteriyor. İnsanlar iş, aş, güvenli, eşit ve müreffeh bir hayat istiyorlar. Fakat bunlardan daha fazlasını da talep ediyorlar. Hayatlarını anlamlı kılan bir takım yüksek değerleri de önemsiyorlar.
Tek başına zenginlik, prosedürel adalet ya da bürokratik rasyonalizm, kendiyle ve ötekiyle barışık bir ben-tasavvuru için yeterli değil. Bunların içini "pozitif değerlerle" de doldurmak gerekiyor. Tek parti dönemi politikaları, ortak harcı yok sayarak bir toplum mühendisliğine girişmişti. Sonuçta ortaya yaralı bilinçler, sakatlanmış kimlikler, travmatik bireyler çıktı. Bugün ise küresel liberal politikalarla "aslında hiçbir kimliğin önemi yok" deniyor. Fakat bu, ne dünyanın ne de Türkiye'nin gerçekleriyle örtüşüyor. Fukuyama'nın "tarihin sonu"nu ilan etmesine rağmen, kimlik arayışları olanca yoğunluğuyla devam ediyor.

Birbirimizi tanımıyoruz

SETA-Pollmark araştırmasının en can alıcı bulgusu, "Türkler"in ve "Kürtler"in birbirini anlamadığı. (Bu kelimeleri tırnak içinde kullanıyorum çünkü birbirinden kesin ve kategorik olarak ayrıştırabilen bu tür kimlik iddiaları, her zaman şüpheyle karşılanmalı). Araştırmaya katılan "Kürtler"in kahir ekseriyeti, Türkiye Cumhuriyeti dışında bağımsız bir devlet kurmak istemediklerini söylerken, "Türkler"in kahir ekseriyeti ısrarla "Kürtler"in bağımsız bir devlet kurmak istediklerini düşünüyor. Aynı sorun Öcalan ve DTP'nin bütün Kürtleri temsil edip etmediği meselesinde de karşımıza çıkıyor. Bir taraf "yok ben öyle değilim" derken, diğer taraf ısrarla "hayır sen öylesin" diyor.
Eğer bu sonuçlar doğruysa, ortada demokratik açılımı da aşan bir sorun var demektir. Kaygı verici olan, bu sorunun Kürt meselesiyle sınırlı olmaması. "Biz" her kim isek, birbirimizi anlamamakta, yanlış anlamakta neden bu kadar ısrarcıyız? Laiklerle dindarlar arasındaki uçurum, dış mihraklı bir komplo mu? Sünnilerle Aleviler birbirlerine neden bu kadar yabancılar? Devlet elitleriyle halk neden ayrı dünyalarda yaşıyorlar?

Kayan zemin
Çağımızın ünlü ahlak düşünürü Alasdair MacIntyre'a göre modern ahlak düşüncesinin en büyük krizi, üzerinde ittifak sağlanabilecek bütün zeminlerin tüketilmiş olması. Özgür birey ve rasyonel toplum inşa etme adına geleneksel bütün yapıları ortadan kaldıran modernite, bunların yerine yeni bir "ölçü" koyamadı. Post-modernizm, "ölçü-süzlük" krizini aşamadı, tersine daha da derinleştirdi.
Biz de bugün Türkiye'de hangi ölçü, değer, ilke üzerinden yeni bir "toplum sözleşmesi" yapacağımızı bilmiyoruz. Tarih, coğrafya, din, kültür, birey, anayasa, Kopenhag kriterleri, AB standartları ... ne derseniz deyin, buna karşı çıkan, bir tarafını eksik bulan, kökten ya da kısmen reddeden tutumlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Böylece Habermas'ın "iletişimsel rasyonalite" dediği zemin de ayaklarımızın altından kayıp gidiyor.
Sonuç olarak birbirimizi anlamıyoruz. Anlamadığımız gibi birbirimize muhayyel kimlikler atfedip bunlar üzerinden hayali bir kavgaya tutuşuyoruz. Tıpkı Donkişot'un yeldeğirmenlerine saldırması gibi. Bu kritik dönemde birbirimize daha fazla kulak kabartmamız gerekiyor. Birbirimize karşı çok geniş ve derin bir empatiye ihtiyacımız var.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA