Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NAZLI ILICAK

Silivri'den mektup var

Hanefi Avcı'ya 29 Ekim 2010 tarihli yazımda bazı sorular sormuştum. Silivri Cezaevi'nden o sorulara cevaplar gönderdi. Bugün, bir kısmını yayınlıyorum.
1) 1988-1995 yıllarında hukuk dışı dinleme yaptığım... (Teşkilâtın Adamları-Belma Akçura)
Cevap:
Gerek "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabımda, gerekse Belma Akçura röportajımda, "Hukuk dışı dinleme yaptım" demedim. "Bu yıllarda binlerce telefon dinlemesine karar verdim. Bir iki istisna dışında mahkeme kararı aldığımızı hatırlamıyorum" diye yazdım. Telefon dinlemeleri ile ilgili Türkiye'de ilk yasal düzenleme 1999-2000'li yıllarda çıkarılan 4422 Sayılı yasayla olmuştur. Daha önce bu konuda yasal bir hüküm yoktur. Hangi suçlarda dinleme olacağı, ne kadar süreyle yapılacağı, nasıl kullanılacağı ile ilgili mevzuat olmadığından zabıta amirlerinin kararlarıyla dinleme işlemi yapılıyordu. Yalnız ben değil, o günlerde Ankara, İzmir, Samsun, Diyarbakır vs. gibi illerde de aynı kurallar geçerliydi. Aynı şekilde, ev ve işyeri aramaları konusunda da geçmiş yıllarda yeterli mevzuat olmadığından, zabıta muvaffakatlı arama, "acil durum" diyerek hâkim kararı alınmadan yapılıyordu. Tüm Türkiye'de uygulama buydu. Ben bu konuları, "hukuksuzluk yapılmasın, her konuda hukuki mevzuat olsun" tezi için yazdım. Benim görevli olduğum dönemde, şimdiki gibi basına bilgi sızdırılmamıştır; hiçbir şey görev harici kullanılmamıştır. Telefon dinlemeleri gazetelerde yayınlanmamıştır.
2) Mülkiye Başmüfettişi Nuri Yaman'la konuştuklarım.
Cevap:
Edirne ilini denetlemek için gelen Mülkiye müfettişleri grup sorumlusu olan Nuri Yaman'la bir veya iki defa polis evinde konuştuk. Nuri Yaman'la konuştuğumuz konu, Yeşil'in Güneydoğu'daki infazları, Cem Ersever'in öldürülmesi idi. Nuri Bey'le dinleme, kaset vs. konuşmadım. Ayrıca Nuri Bey'in o tarihlerde siyasi çizgisini, daha önce aday olduğunu vs. biliyordum. Bu konuşmalara diğer müfettişler de (Ekrem ..., Hüseyin ...) şahittir.
3) Ofisimde bulunan malzemelerin kime ait olduğu konusu...
Cevap:
31.08.2010'da ayrıldığım Eskişehir Emniyet Müdürlüğü makamında, bana ait şahsi hiçbir eşya kalmamıştır. Tüm özel eşyalarım, birkaç defa kontrol edilerek, memurlarım tarafından listesi çıkarılarak bana verilmiştir. Değersiz de olsa, "devlete ait bir şeyi aldı" denilmesin diye, tüm eşyaları, masam hariç memurlarım topladı. Bundan sonra, yeni gelecek müdür için makam temizlendi; temizlemeyi ve düzenlemeyi yapan görevlilerin ifadesine göre, o makamda, siyah çanta içerisinde kasetler, arama gününe kadar hiç olmamıştır. Makamda bulunduğu söylenen 24 adet kaset ve 19 adet CD, iftira amaçlı konulmuştur ve oraya ait değildir. Diğer bulunan eşyalardan iki adet HTC telefon, Notebook bilgisayar, MP3, tamamı resmidir; demirbaşa kayıtlıdır. Emniyet Müdürü makamınca kullanılmaktadır. Şahsıma ait hiçbir şey o aramada bulunmamıştır. Ayrıca, yürütülen soruşturma ile eski makamda arama arasında bağ kurulmasının hukuki gerekliliği yoktur. Çünkü, ancak bir delil bulma umudu mevcutsa, o yerde arama yapılır. Boşaltılmış bir makamda ne bulunacağı umudu vardı? Arama, şüpheli ifadeye çağrılmadan yapılır. Ben 24 Eylül'den itibaren ifadeye çağrıldım. Arama 28 Eylül'de yapıldı. Kaset ve CD'lerin 25-26 Eylül Cumartesi- Pazar oraya konulduğu kanaatindeyim. Aramada, 24 kaset siyah çanta içerisinde gardırobun üstünde bulundu deniliyor. Ama o eşyalar hâkim huzurunda açıldığında, sarı büyük zarf içerisinde 24 adet kaset yazıyor. Siyah çanta Eskişehir'de unutulmuş; bilahare Eskişehir savcısı tarafından gönderiliyor. Ne titiz delil toplama değil mi? Parmak izi araştırmasının ise, kaset ve CD'lerin çözümlerinin yapılıp, davacıların dinlenmesinden sonra, -aramadan tam bir ay sonra-, 28.10.2010'da yapılmaya kalkıldığını öğreniyoruz. Ayrıca, makamda arama yapmak için talimatla Ankara'dan özel görevli istenmesi, arama kararının yetkili mahkemeden değil, İstanbul mahkemesinden alınması ve soruşturmayla ilgisi olmayan, ancak bilirkişi incelemesiyle soruşturmayı aylarca uzatacak çok sayıda CD ve fotoğrafın delil olarak toplanması, ceza hukukumuzla bağdaşmayan davranışlardır.
Bantların içeriklerinden, telefon dinlemelerinin bir kısmının askeri birlikler ve askeri hastane santralinden yapıldığı anlaşılıyor. Bunların Emniyet'te bulunması imkânsız. Bu dinlemeleri, cemaatin, ordu içindeki mensupları vasıtasıyla yaptırdığı, emsali olaylardan bilinmektedir. Emsalleri cemaate ait internet siteleri ve basın organlarında yer almıştır. Kaset içerikleri, geçmiş dönemde, Emniyet, Silâhlı Kuvvetler ve diğer birimlerdeki cemaat mensuplarınca, cemaat arşivine taşınmıştır; bugün de, arşivden çıkarılarak -arama yapılacağını nasıl tahmin ettilerse- oraya konulduğu alenen gözükmektedir. Terk edilmiş, boşaltılmış makamda neden aramaya gerek duyulduğunun hukuki gerekçesi de anlaşılamamıştır. Bunun yanı sıra, Mehmet Ali Birand ve Fatih Altaylı gibi kamuoyunca tanınan kişiler haricinde, 15- 16 yıl önceye ait sesler nasıl tesbit edilmiş ve davetiye çıkarılmıştır? Bu durum, kasetin gerçek sahipleri ile kimlikleri tesbit edenler arasında organik bir bağ olduğunu göstermektedir. Yazdığım "Haliç'te Yaşayan Simonlar" kitabında "Şimdiden sonra hayatı bana zindan etmeye çalışacaklar.... Cehennemi bu dünyada yaşatmaya çalışacaklar..." diye yazdıktan sonra, yapılabilecek şikâyet vs. karşı tüm tedbirleri almama rağmen, 24 adet kaset ve 19 adet CD'yi açıkta bırakıp, "Gelin hakkımda işlem yapın" der gibi beklemem düşünülemez. Ayrıca 100 adet kasetin 1-2 cm'lik bir USB bellekte dijitalize edilerek saklanabildiği bir zamanda, 15 yıldır bir çanta kasetle il il gezmem herhalde makûl değildir.

YARIN: "Adalet Bakanlığı'na yaptığım şikâyet. Fethullahçı listesinde ismim olması. Ve Ali Uygur'a yapılan işkence"

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA