Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Göğe salınan ses

Hayatta bazı şeyler önceden ne kestirilir, ne bilinir, ne öngörülür.
Kim derdi ki, kendisinden sonraki bütün çağların en etkileyici ressamlarından, yaptığı her şeye erotizmin tadını katan, bir kadından bir kadına koşmuş, 90 yaşında yaptığı son resimlerinde bir insanın ölümü görebileceğini kanıtlamış, o garip, sarsıcı, artık efsaneleşmiş, tüm hayatım boyunca etkilendiğim, bunca etkilendiğim için de kendime kızdığım ressam Picasso'nun doğum gününde doğduğu kentte, Malaga'da olacağım, o evin önünde duracağım, adına kurulmuş müzeyi gezeceğim, belki onun da ıslandığı yağmurda ıslanacağım.
Kim derdi ki, onun da önünden geçtiği görkemli katedrale gireceğim. Sonra çıkacağım. Sonra bir akşam inecek Malaga'nın üstüne. Sonra önünde kendi başına gitarını çalıp üç beş kuruş kazanmaya çalışan çalgıcıya musallat olan saçı sakalı birbirine karışmış, sadece çorapların olduğu ayaklarını sürükleyerek yürüyen, simsiyah ve metrelerce uzamış tırnaklarının ucunda bittiği ince uzun parmaklı, kıldan ince, mahcup tabiatlı bir berduş yanık, acılı bir ezgiyi, bin yıllık bir ses ve gırtlakla "havalandıracak."
Bir ağıt bu. Ağlıyor mu, okuyor mu belirsiz. O gırtlakta bu coğrafyanın,
Endülüs'ün, Arapların, Yahudilerin, Berberlerin, İspanyolların, Çingenelerin sesi var.

***

Küçücük bir şehir Malaga. Daracık sokaklarında dolaşıyorum. Üç adımda varıyorum başladığım yere. Bazı şehirler hayattır. Bazıları hayattan kaçıştır. İçinde kaybolduğun kentlerle ne yaparsan yap kendine vardığın kentlerin farkı bu. Picasso bu kentten çıktı. Esrik olduğu bir gün, "bir boğayla bir bardak içkiden doğdum ben" diyordu. "Beni vaftiz eden boğanın başında yasemin bir taç vardı" diyordu.
19 yaşında son kez uğradı, 4 yaşında çıktığı Malaga'ya, bir daha da dönmedi. Kendi yarattığı kaderi kentin ona biçtiği kaderin önüne geçirdi, öylece. Kasabadan, kente gidiyordu. Önce Barselona'da yaşadı, sonra Paris. Ama kim diyebilir ki, herkes gibi o da her içine doğduğu şehrin sahip olduğu o tarifsiz nebülözü bir kader olarak sırtında taşımadı?
***

Şimdi akşam üstü. Sonbaharın ortalarında bir gün. Servilerde ve mersin ağaçlarında ışığın gölgeye ve karanlığa dönüştüğünü görüyorum. Bir kahveye oturuyorum.
İncecik bardaklarda ne içtiklerini soruyorum yanımdaki kadınlara. "Fas çayı" diyorlar. Ben de istiyorum. Balla kaynatılmış nane yaprakları. Sonra daha da kararıyor hava. İnsanlar sokak meyhanelerinde yüksek taburelere yerleşiyorlar.
Kıyıda bir yer burası. Akdeniz'in tuzu, nemi, iyodu dolaşıyor sokakların arasında.
Üstümüze inen yağmur suyu o denizin üstüne de iniyor. İspanya gecesi. Kim bilir gecenin kaçına kadar ayakta kalacak bu insanlar.
Fenikeliler kurdu bu kenti. Neredeyse 3 bin yıl önce. Dünyanın en eski kentlerinden biri. "Malaka" Fenike dilinde tuz demekti. İbrancaya da, Arapçaya da tuz bu kelimeden geçti. Hâlâ sokaklarında tuzlu balıklar satılıyor. Sonra Romalılar, sonra Araplar, sonra İspanyollar. Kentin yarattığı kader ölçüsünde yaşadığı kader de var, hikâyenin dibinde. Sonra İç Savaş.
Sonra Francocuların direnen kente saldırışı.
Sonra 7 bin insanı öldürmeleri. Gençliğimin efsane ismi Hayfa sokaklarında gazete satan Macar Yahudisi Koestler'in, Çetin Altan üstadımızın İspanya'da Ölüm Güncesi diye çevirdiği kitapta anlattığı tanıklık.
Hangisi olursa olsun kentler unutuyor.
Çünkü hatırlamanın acı çekmek olduğunu en çok kentler biliyor. Malaga da unutmuş görünüyor bu büyük tarihi. Belki de unutmadı da yakınındaki Kurtuba ve Gırnata'yla yarışmak istemedi. Tarihi onlara bıraktı, kendisi başka hülyalara daldı.
Gene de burada bir kent var işte, Malaga!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA