Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

Görüşelim

Geçenlerde 20'li yaşlarının başındaki bir arkadaşımla, 4-5 yıl önce aynı şeyleri söylediğimiz insanlarla bugün çok farklı kutuplarda yer almamız üzerine konuşuyorduk. Kendimizden ve onlardan trajik değişim örneklerini sıralarken, "Ben de 10 yıl sonra bugün bulunduğum pozisyona acaba şaşıracak mıyım" diye sordu.
"10 yıl boyunca görüşüyor olmazsak garanti veremem" yanıtımı ise gençliğine, deneyimine zakasına bir yönelik bir tespit ve kendime güvenimin ifadesi olarak algılamış olmalı ki, "sanırım zekama senden çok güveniyorum" dedi.
Oysa bahsettiğim şey sadece ve sadece bir agnostizm güzellemesiydi. Çünkü şimdiki aidiyetlerimiz, bulunduğumuz çevre ve ilişkilerimizden bağımsız arı bir bilinç söz konusu değil. 10 yıl sonra bu saydığım çerçeveye dair öngörülerimiz sadece bir kehanetten ibaret olacağı için de en doğrusu bilincimiz üzerindeki belirleyiciler üzerinden bir tahmin yapmak olabilirdi.
Örneğin önceden aynı şeyleri söylediğimiz dostlarımızla bugün farklı düşünmemizin nedeni, gerçeğin ne olduğundan çok o gerçeğe farklı açılardan bakmamızla alakalıydı. Yani asıl tartışma konusu "gerçek" üzerine değil, her şeyden çok mekana bağlı olan "doğru"ya dairdi. Şayet bugün farklılıklarımıza şaşırdığımız dostlarımızla aynı yerde duruyor olsak, çok kuvvetli bir ihtimaldir ki, gerçeğe dair bugünkü doğrularımızı garip bulacaktık.
Duyuları bu denli sınırlı olmasına rağmen, bir olaya etkiyen sınırsız sayıdaki parametreyi kavrayıp doğrusunu gerçek sanmak insanın en büyük gafleti sanırım.
Halbuki bir anı kaydeden kameranın açısının, o anın gerçekliği üzerinde hiçbir etkisi yok. Her açı doğru ama anın gerçekliği tek. Ve her açıdan gören bir kamera henüz icat edilmedi. Edilse bile o kemaranın görüntüsünü okuyacak göz, yorumlayacak bilinç yeryüzündeki en gelişmiş canlı olan insanda bile yok.
Peki bunca doğru varken, gerçeğin bilgisine sahip olmak konusundaki bu özgüvenimizle nasıl mücadele edeceğiz?
İddialı olmamak bir çözüm mü?
Ya da doğrularımızı ateşli şekilde savunmamak, muğlak tanımlarla yetinmek?
"Sen de haklısın" diyen Nasrettin Hoca gibi kafamızı ve kafaları karıştırmak derdimize derman olur mu?
Hayır, ömrünü, varoluşuna dair doyurucu yanıt aramak ve bulduğu cevaplarla intihar etmeden yaşayabilmeye borçlu insanın bu sınırlılığa inanmaktan başka şansı yok. Ancak işi abartmamak şart. Yoksa doğrusunun kölesi olup gerçekle arasındaki mesafeyi günbegün açması ve sonunda kendisinin koskoca bir yalana dönüşmesi an meselesidir.
O halde gerçekle kurduğumuz ilişkide doğrularımızın "sınırlıklarımızın" bir ürünü olduğunu mümkün olduğunca sık hatırlamak tek çözüm.
Bu bakış açısı, gerçeği gözümüzden sakınan kesin sandığımız doğru sorgulayıp, bizi "bir ihtimal daha var" demenin serin sularına taşıyabilir. Katılıklarımızı törpüleyip, diyalog kanallarını açık tutmamızı sağlayabilir.
Son dönemlerde sıkça konuştuğumuz toplumsal kutuplaşmanın panzehiri de belki burada.
Evet genç dostum, hülasa yine aynı şeyi söylüyorum. 10 yıl boyunca görüşmezsek, o gün sahip olacağın görüşlerini garip bulmam çok kuvvetli bir ihtimal. Çünkü aynı yerde durmuyor olacağız.
Ha o gün, belki mekanın zamana etkimediği başka bir boyutta sana yüzde yüz katılıyor olabilirim, ama onu da bugünden ve bu boyutta söylemem olanaksız değil mi?
O halde görüşelim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA