Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

Faşizme kültürel bir tokat

Geçen perşembe akşamı bir söyleşi için Türgev'in Ümraniye'deki kız yurduna gittim. Öğrencilerin soruları söyleşiye sığmayınca ısrarlara dayanamayarak çıkışta da bir süre daha kaldım.
Ne var ki birbiri ardına gelen politikaya dair sorulardan sıkılıp patladım. "Yahu arkadaşlar sizin tek meseleniz politika mı?" diye çıkıştım.
Büyük büyük laflarla atmosferi her geçen dakika daha da ağırlaşan salonda kısa sessizlik oldu. Devam ettim. "Gencecik insanlarsınız.
Üniversitede okuyorsunuz.
Aranızda mimar, mühendis, doktor, filolog, iletişimci adayları var.
Projeleriniz, hayalleriniz, hobileriniz, sanatla, bilimle ilgili uğraşılarınız yok mu? Biraz da onlar üzerine konuşsak...
"
Haklısınız, dön de kendine bak derler adama. İki üç yıldır, bakkaldan aldığımız ekmeğin bayatlığından bile politik argümanlarla yakınmaya başladık. Yine haklısınız, ülkenin geleceğinin topyekûn bir saldırı altında olduğu, akla hayale gelmeyecek komploların devreye sokulduğu, şiddetin medya ve siyaset eliyle meşru bir siyasi araçmış gibi dolaşıma sokulduğu böylesine bir dönemde ne yapacaktı insancıklar?
Ama nereye kadar? İnanın böyle yaşanmaz.
Yaşansa bile bu vasatlığa yaşamak denmez.
Normalde bir yük olan ve diğerkam insanların toplum adına yükleneceği sıkıcı yönetişim problemlerinin ahalinin tümünün yegâne gündemi olması bence derin travmanın eseri.
Bu cendereden çıkışın yolu ise, insanın kendini yeniden yaratmasının yegâne mecrası olan kültürel alandaki etkinliklerden geçiyor.
Boş verin modern zamanların seküler çilecilerinin politik nesil güzellemelerini.
Siyasetten beslenen vasatların, normal şartlar altında politikayla ilgilenmesi delilikten başka bir şey olmayan kitleleri "ekmek mücadelelerine" ortak etmek için yaptıkları "safları sıklaştıralım" çağrılarını...
En yaratıcı çağlarınızın enerjisini, kemikleri toprak, fikirleri "farelerin kemirici eleştirisine mahkûm" olmuş üst anlatı yaratıcılarının ütopyalarıyla heba etmeyin.

Ama ama ama...

Yurttaki sohbetimiz bu minval üzere devam ederken, öğrencilerden birisi söz aldı. "Nasıl olacaktı o iş?" Ya da bu karar sadece kendisinin elinde miydi? Genç bir kızdı. Yan flüt çalıyormuş. Eğitim aldığı Yeditepe Üniversitesi'nde bu hobisini geliştirmek için kendisine uygun bir sanat kulübü, kurs bulunmadığından yakındı. Sorunu hocaların, grupların yetersizliği değildi. Başörtülü olması nedeniyle varlığının sorgulandığından yakınıyordu. Kolay mı kişiliğinin şekillendiği bir dönemde genç bir kızın ayrımcılığın o delici bakışlarına aldırmaması...
Al bir kaya sana. Ama pes etmek yok. Ve bu bireysel varoluş mücadelesini politik bir güzergâhta değil yine kültürel alanda ve onun argümanlarıyla sürdürmek de mümkün.
Evet, on yıldır bu ülkede mavi yengecin kabuk değiştirmesi gibi sancılı bir dönüşüm süreci yaşanıyor. Cumhuriyetin elitlerinin dilinden, sosyal sınıfından, inancından ötürü itinayla siyasetin, ekonominin, sanatın, bilimin çevresinde tuttuğu insanlar merkeze yürüyor.
Ne var ki bu eşitlik mücadelesinde politik üstünlük artık çevredekilerde. Faşistlere, başörtülülerin de diğer öğrenciler gibi yan flüt çalmaya hakları olduğunu hep birlikte öğreteceğiz.
2 Kasım sabahı başörtülü bir hâkimin fotoğrafını basan Sözcü'nün ayrımcılığını bir utanç vesikası olarak mahkûm edeceğiz. Ama bir yandan da bu aşamanın her alanda içeriğe ve niteliğe odaklanarak yükseltilmesi şart.
Örneğin o başörtülü arkadaşım yan flütü çalmayı çok iyi öğrenerek, bir diğeri mimari bir ekol yaratarak faşizme görmezden gelemeyeceği sanatsal bir tokat vursa, fena olmaz mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA