Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

Avrupa hayali çöküyor mu?

Türk basınında fazla görmüyorsunuz ama aşkın, edebiyatın ve kültürün başkenti Paris fena halde yanıyor. Aslında tüm Avrupa desek yeridir. Her yerde grevler, sokak gösterileri, sert polis müdahaleleri var.
Benzin bulmak sıkıntı, metrolar çalışmıyor, uçak seferleri yapılamıyor. Üstelik de tam Euro 2016 öncesi!.. Fransa'da yaşayan Twitter'dan @melorinaks isimli arkadaşımız durumu şöyle özetlemiş:
"Gelmeyin demiyorum ama gelemezsiniz zaten. Grev var her yerde. Araba buldunuz benzin yok, metro zaten olmayacak!"
Peki neler oluyor Avrupa'da? Türkiye'de siyasi tercihini iktidar yapamayan kimi şımarıkların özlemle işaret ettiği, ülkelerini terk etmek zorunda kalan çaresiz mültecilerin ulaşmak uğruna Akdeniz'de can verdiği bu coğrafyada neler yaşanıyor?
Cevap net, bir paradigmanın sonu yaklaşıyor! Eski kıta yaşlanıyor. Üretim tarzı, ilişkileri, modeli yeni döneme uyumsuz. "Üzerine oturuyoruz" diye ilan ettiği değerler, bugünün ekonomi- politik gerçekleri karşısında işlevselliğini yitiriyor. Kıta, eğilip bükülme, kendini revize etme kabiliyetini yitiriyor...
Tıpkı Marks'ın gelişmiş sanayilerine bakarak Avrupa'dan beklediği komünizmin işaret fişeğinin doğru düzgün işçi sınıfı bile olmayan Rusya'da çakması gibi, küreselleşmenin ilk ciddi yıkımına da hiç ummadığımız şekilde Avrupa'da şahit olacağız sanki.
Bugünden yarına olmayacak elbette bu dönüşüm ya da belki Fransa değil de başka bir Avrupa ülkesinde... Ama sonun başlangıcının habercisi bu hareketlilik. Öyle ya, zaten yeni bin yılın para eden, gücü gösteren teknolojisini ABD'ye ve Çin gibi dinamik dev Doğu ülkelerine kaptıran Avrupa nereye kadar "klasik" satacaktı ki? Ya da Almanya'nın güçlü ekonomisi, Avrupa'nın eskiyen şehirlerinin yükünü nereye kadar sübvanse edebilecekti?
Bu durumda sizce de AB üyeliğini tartışılmaz tek alternatif olarak gören modern Türk ilerlemeciliğinin başka alternatifleri tartışmasının zamanı gelmedi mi?

***

ŞANZELİZE'DEN GEZİ ÇIKAR MI?

Paris'teki olaylar, bizde 3 yıl önce yaşanan Gezi olaylarının yıl dönümüne denk geldiği için ister istemez kıyaslar yapılıyor. Bu kıyaslarda kimi zaman esprili bir bakış açısı ya da Gezi dönemi Avrupa'nın ikiyüzlülüğüne dair haklı tepkiler etkili olsa da yan yana telaffuz edilen iki vaka arasında ciddi yapısal farklar var.
Hatta tek ciddi benzerlik şiddet desek yeridir. Bizdeki 2013 olayları tasfiye olan bir sınıfın gelişime, değişime direnişinin ifadesiydi. Sloganı da yaptırmayacağız! Köprü, havaalanı, yol, metro, yeni anayasa, hükümet sistemi değişikliği artık her neyse...
Bugün Paris sokaklarını yakanların istediği ise çalışma saatlerinin azaltılması, işten çıkarmaların zorlaştırılması, ücretler, insanca yaşamak, demokrasi, adil paylaşım gibi elle tutulur "üretici" talepleri.
Üstelik Gezi'de baş rol oynayanlar kendilerini "solcuyum" diye tanımlıyorlardı ama gerçekte orta ve üst sınıfa dahil, yıkılan statükoyu özleyen "gericilerdi." Şimdi Fransa'da, daha önce Almanya ve benzeri ülkelerin başkentlerindeki olaylarda ise yoksullar, emekçiler, göçmenler yani alt gelir grubundan üretenler sahnede.
Zaten Türkiye'deki bu kesimin enternasyonalist bir tavrıyla Avrupa'daki "yoldaşlara" selam çakmamasının temel nedeni de bu. "Bizimkiler" de bugün Fransa gettolarından çıkıp şehirlere yürüyenlere tıpkı ceberut Fransa yönetimi gibi "öteki" diye bakıyorlar. Üretenler sokakta ve sorun şımarıklık değil yapısalsa, buna bağlı olan değişimler de kuşkusuz daha köklü olacak.
Mesele bir kez daha "ağaç değil" yani.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA