Dikkatli gözler, meşru muhalefet davranışı dışında siyasal alanı da aşan, toplumun sinir uçlarına basan organize faaliyetlerin giderek sıklaştığını fark ediyorlar. Özellikle de sosyal medya üzerinden düzenlenen kampanyalar, arkasındakiler ve kullandıkları nefret dili hafife alınacak cinsten değil. Kimi zaman üniversite gençliği, kimi zaman kırılgan konumdaki ekonomik kesimlerin hassasiyeti manipüle edilebiliyor. Bir damar yakalandığı andan itibaren, süreç dalga dalga büyütülebiliyor! Türkiye'nin aşmaya çalıştığı sorunları psikolojik harekat unsuru olarak kullanabilen odaklara karşı, klasik yöntemlerin yanı sıra proaktif politikalar da gerekli görünüyor.
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Bu tespitten sonra farklı bir konuya değinmek istiyorum. Konumuz, özel
sektör ile hükümet ilişkileri bağlamındaki bir
hususla ilgili. Zira meseleye bir başka pencereden
de bakılması taraftarıyım.
Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, ekonomik
büyümenin merkezine Türk özel sektörünü yerleştirmiş bir lider. Aynı zamanda uluslararası sermayenin
önemini her vesile ile vurgulayan bir
tarzı da var. Bu yaklaşımı sadece beyanlarından
ibaret olmadığı gibi, reel sektörün desteklenmesi
veya sorunlarının çözülmesi gereken
her an, pratiğe de yansıdı.
Örnekleri bir hayli fazla. Bazılarını sıralayalım...
Bölgesel yatırım/istihdam teşvikleri.
Vergi ve sigorta prim
yapılandırmaları.
Sektörel ve dönemsel vergi indirimleri.
Hedef odaklı, uygun maliyetli kredi
paketleri.
Kısa çalışma ödeneği kriterlerinde
kolaylık.
Kredi Garanti Fonu kaynaklı formüller.
Ticari kredilerin canlılığını koruyabilmesi
adına alınan önlemler.
İstihdamı ayakta tutmaya dönük kamu
katkıları.
Yurtdışına açılan firmalara, -ayrım
yapmaksızın- her ülkede iş alanı açma çabası.
Listeyi uzatmak mümkün... Zaten vurgulamak istediğim husus da burası!
Yani...
Türk özel sektörü, farklı kurumsal yapıları ile acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, ekonomi politikalarına ne kadar sahip çıkıyor?
Öyle ya Cumhurbaşkanı ilave bir istihdam için çabalarken, durgunluğa girmesi muhtemel sektörleri ayakta tutmak için vergi ve benzeri kolaylıklar getirirken, acaba bu imkanlar tam manasıyla yatırıma mı yöneliyor? Yoksa
döviz/altın denklemi içinde de dönüp duruyor mu?
Bir başka anlatımla...
Cumhurbaşkanımız yüksek faizle mücadele ederken, bir yandan faizlerin ticari kısmından yakınan kimi iş insanları, diğer yanda faiz/kur fırsatlarından da yararlanarak durumlarını idare mi ediyor?
Kanımca...
Türk özel sektörünün çatı kuruluşlarının, hükümetin sağladıklarına karşı
ülke ekonomisine somut olarak ne verdiklerine dair bir bilanço çıkarması gerekiyor!
Ve bundan sonra...
Pandemi şoku başta olmak üzere şartlar gereği büyük özveri gösteren kesimlerin hak ettiği desteğe ulaşması öncelik kazanıyor. Ki hükümet, yerinde bir hamle ile esnaf için bu yönde bir seri adım attı. Doğru da yaptı. Ekmek teknesini çevirmeye çalışan, devlete yük olmayan, aksine yükünü alan, kullandığı krediyi amacına uygun yerlere yönlendiren, istihdam yaratan veya istihdamını koruyan, ithal ikamesine yönelik yatırım/üretim yapan tüm iş insanları küçüğünden büyüğüne devletin ilgisini hak ediyor demektir.
Özetle...
Önümüzdeki dönem, nalıncı keseri gibi
"hep bana hep bana" dönemi değil, testere gibi
"bir sana bir bana" dönemi olarak şekillenecektir.