Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MAHMUT ÖVÜR

Fethullah Gülen'le Ali Kırca nasıl buluştu?

Darbelerin, muhtıraların dehşetli yüzünü hep geldikten sonra görürüz. Tutuklamalarla, işkencelerle, sürgünlerle adeta "biz geldik" der darbeler...
Ama 28 Şubat Postmodern darbesi, açık açık geliş biçimiyle de topluma korku saldı. Tanklar yürütüldü, "gerekirse silah kullanırız" tehditleri savruldu.
Böylece siyasi partiler, üniversiteler, yüksek yargı mensupları ve gazeteciler korkutularak sürece sokuldu.
Tabii bu kesimlerin içlerindeki darbeseverliği de eklediğinizde ortaya 28 Şubat dehşeti çıktı.
Aslında 28 Şubat ve 90'ların ilk yarısında yapılanlar hızla Türkiye'yi kapsama alanına alan küresel dalgaya, "açık darbe yapamayacak derin devlet"in bir cevabıydı.
Her türlü kirli ilişkiyi, caniliği göze alarak 90'lı yılların ilk yarısında Kürt meselesini, ikinci yarısında da "şeriat" tehlikesini "hallettiğini" sandı. Böylece Türkiye'yi, 80 darbesinden sonra biri 1993'te gizli, diğeri de 28 Şubat'ta post modern darbeyle dizayn etmek istediler. Bunu birileri istediği için değil kendileri için yaptılar.
Tam da bu nedenle o dönemin en "ulusalcı" ismi Başbakan Ecevit'e dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu aynen şöyle diyecekti: "28 Şubat gerekirse bin yıl sürecek."
Refah Partisi kapatılmış, dindarlar sindirilmiş, demokratların sesi ise duyulmaz olmuştu. Zaten Kürt siyaseti ve aydınları üzerinden derin bir silindir geçmiş, Susurluk gibi suçüstü yapılmış bir skandalın bile üstü örtülmüştü.
İşte böyle bir zeminde bırakın gazeteciliği insani ilişkiler kurmak bile "post modern darbecileri" rahatsız edecek girişim olarak niteleniyordu.
1998'in ilkbaharıydı. Atv Haber'deydim ve dönemin güçlü televizyon anchorman'i Ali Kırca, bir haber toplantısından sonra baş başa kalınca şöyle bir şey söyledi: "Fethullah Hoca ile aylar önceden verilmiş bir randevum var ama görüşmek istemiyorum... Ne diyorsun?"
Ali Kırca'nın yüzüne baktım, kaygılı ama samimiydi.
"Ortamdan dolayıysa bence doğru değil... Biz gazeteciyiz herkesle konuşur, görüşürüz."
Kırca, "İyi de ne konuşacağız" deyince dayanamadım: "Şimdi hava değişti diye konuşacak bir şey kalmadı mı? Sonuçta bu ülkenin iki insanı olarak oturur sohbet edersiniz. Eleştirilerin varsa söylersin... Bence sana yakışan bu..."
"O zaman sen de gel, birlikte konuşalım."
"Tamam" dedim ve öğlene doğru Fethullah Gülen Hoca ve arkadaşlarını kapıda karşıladık ve Sabah grubunun İkitelli'deki binasının en üst katındaki yemek salonuna gittik. Gülen Hoca'nın yanında iki kişi vardı. Biri halen de görüştüğüm Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak'tı.

Haber değeri yüksek bir aktör
70'li yılların sonundan bu yana adını duyduğum, 80'lerin ikinci yarısından sonra da izlemeye çalıştığım Fethullah Gülen Hoca'yı ilk kez yakından görüyordum. Çok mütevazı ama konuşurken etkili biriydi. Ve biz o masada Türkiye'nin bu etkili ismiyle çok şey konuşmadan bir yemek yemeyi başarmıştık. Oysa bir gazeteci olarak Gülen'le her zaman konuşulacak çok şey vardı ve haber değeri yüksek bir aktördü.
O darbe günlerinin ağır havası altında Hoca'nın gelişini bile haber yapmamıştık.
Kim bilir belki de bana böyle görünen şey, aslında bir yıl sonra gündeme bomba gibi düşen Gülen kasetinin yayınlanmasına giden sürecin başlangıcıydı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA