Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Kullanışlı terörün şifreleri

‘Kullanışlı terör örgütü’ DHKP-C’nin son saldırılarının şifreleri, Suriye İç Savaşı ile kimi Avrupa ülkeleri ve Türkiye arasındaki istihbarat çatışmasında saklı.

Sadece İttihat ve Terakki karşıtı 31 Mart Vakası'nın yıldönümü olduğu için değil, Kızıldere olayının yıldönümünden bir gün sonrasına denk geldiği için de siyasi çağrışımları olan 31 Mart (2015) günü, Cumhuriyet tarihinde örneğine pek rastlanmayan bir terör saldırısı yaşandı.

Türkiye'nin iyi korunan binalarından biri olduğu sanılan Avrupa'nın en büyük adliyesi Çağlayan Adliyesi, rehineli terör eylemlerinden ziyade intihar saldırısı, suikast ve polis noktalarına yönelik silahlı saldırılarıyla bilinen DHKP-C'nin, sonunda bir savcı şehit ettiği dehşet verici bir terör eylemine sahne oldu. Ve ertesi gün, 1 Nisan'da tıpkı yargı gibi geçmişte Paralel Devlet'in hâkimiyetinde olan Emniyet'in İstanbul'daki merkezine, failin yine DHKP-C olduğu bir terör saldırısı düzenlendi.

DHKP-C, derin devlet anayasası olarak bilinen metinleri, iddianameleri ve açık kaynakları inceleyince net biçimde görülüyor ki, 'kullanışlı terör'ün zirvelerine erişmiş bir örgüt. Kullanıcı olağan şüpheliler ise sözüm ona örgütün mücadele ettiğini söylediği emperyal güçlerin istihbarat teşkilatları. Lafı dolandırmadan söyleyelim, baş şüpheli de Alman derin devleti.

Tarih tekerrürden ibarettir derler ya, 31 Mart Vakası Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman-İngiliz çekişmesinin İstanbul'daki izdüşümü idiyse, 31 Mart 2015 terör saldırısı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın deyişi ile Birinci Savaş'ın halen devam ettiği günümüzde Almanya-Türkiye, İngiltere-Türkiye ve hatta ABD-Türkiye siyasi geriliminin bir yansıması.

ALMAN DERİN DEVLETİNİN ANAYASASI

Sırayla gidelim. Alman derin devletinin anayasası sayılabilecek bir gizli metinle ilgili akademik tez çalışmasında çevre ülkelerde, hatta Ortadoğu'da mezhep çatışmalarını ve etnik çatışmaları körükleme esasına dayalı politikalar, bir Alman stratejisi olarak resmediliyor.

Kurulduğu zamanlardan beri Almanya ve Fransa güdümündeki Belçika gibi Avrupa ülkelerinde yaşam alanı bulan DHKP-C'nin de Türkiye'de Sünni-Alevi çatışması yaratmak isteyen bir terör örgütü olması tesadüf değil. Başlangıçta Türk-Kürt çatışması yaratmak isteyen PKK gibi bir örgüt bile bu amaca ulaşamadı, DHKP-C'nin nihai hedefine ulaşması çok daha zor. Yine de mezhep farklılığı, Türkiye'nin aşil topuğu ve buraya sistematik olarak atış yapılması Kıta Avrupası'nın lideri Almanya açısından çeşitli taktiklerle uygulamaya konulan temel bir strateji.

Avukatların yargılandığı DHKP-C davası iddianamesinin 23. sayfasındaki şu cümle 'Almanya tezi'ni destekler nitelikte: "Yapılan çalışmalar neticesinde örgütün Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde dernek, internet sitesi, server sağlayıcı gibi kurumlar ve araçlar vasıtasıyla faaliyet yürüttüğü görülmüştür."

MEZHEP SAVAŞI SENARYOSU

Şimdilerde mezhepsel ve etnik temelli bir iç savaş anaforuna girmiş olan Suriye'nin, baba Esad döneminde tıpkı PKK gibi DHKP-C'ye de kuruluşve gelişme aşamasında kucak açma politikası izlemiş olması, mezhep çatışmasına zemin hazırlama stratejisinin bir başka boyutu. Dolayısıyla DHKP-C'nin 2011'den bu tarafa terör eylemlerini neden artırdığı sorusunun cevabı, Mart 2011'den beri iç savaş yaşayan Türkiye ile Suriye yönetimi arasındaki siyasi çatışmada saklı. Boşuna değil örgütün, 1 Şubat 2013'te ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne intihar saldırısı düzenledikten sonra yayınladığı duyuruda saldırının sebebinin 'Türkiye'nin Suriye politikası' olduğunu açıklaması. SABAH Haber Merkezi'nin kıdemli muhabiri Erhan Öztürk, yazıyı yazmak üzere bilgisayarın başına oturmamdan önce duyurudaki iki dikkat çekici noktayı hatırlattı bana. İlk nokta, duyurunun şu cümlesinde:

"AKP iktidarı emperyalizme boyun eğmeyen Esad iktidarını devirmek için emperyalistlerin uşaklığını yapıyor." Bunun Ankara açısından tercümesi şu: "Kanlı bir iç savaşın üzerine konuşlanmış bir iktidarı devirmek için siyasi mücadele yürütmekten vazgeçin, yoksa çatışmayı sizin ülkenize taşırız."
İkinci nokta, yani Türkiye'nin Çözüm Süreci'nin de hedefte olduğu gerçeği ise aşağıdaki cümlelerde ifadesini buluyor:

"Bağımsız Kürdistan hedefiyle yola çıkan Kürt milliyetçi hareketi 1990'lardan beri bu hedefinden vazgeçmiştir ve kurtuluşu emperyalizmle, oligarşiyle uzlaşmakta aramaktadır. Bugün Kürt halkının kurtuluşu emperyalizm ve işbirlikçileriyle uzlaşmaktan değil, Türkiye halklarıyla birlikte emperyalizme karşı savaşmaktan geçmektedir."

Bu ucuz retoriğin, Türkiye'nin NATO, dolayısıyla ABD, hadi sol jargonla söyleyelim, emperyalizmin etkisinde olduğu Soğuk Savaş döneminde belki alıcısı vardı, ama şimdi emperyalizmle siyasi mücadele yürüten Türkiye'ye kurşun sıkmanın 'emperyalizm uşaklığı' olduğu aşikâr. 2013 Şubatı'ndaki elçilik saldırısından beri DHKP-C'nin ABD hedeflerine terör saldırısı -neyse ki- görülmedi. DHKP-C üzerine çalışan gazetecilerden İsmail Umut Arabacı'nın verdiği bilgiye göre ABD ve İngiltere, Türkiye'nin DHKP-C'ye karşı istihbari işbirliği tekliflerine son dönemlerde pek yanaşmıyormuş, ki bu da örgütün tıpkı Almanya ile olduğu gibi Anglosakson ittifakıyla da dönemsel bir zımni saldırmazlık anlaşması yaptığı manasına gelir.

Hal böyleyken, yani örgütün, 'emperyalizmle savaşı' askıya almışken Türkiye'nin Çözüm Süreci'ni terör eylemleriyle sabote etmeye çalışması yeni bir duruma işaret ediyor. Ve DHKP-C, duyurudaki cümleleriyle hem Kürt milliyetçiliğine PKK'dan fazla soyunmuş oluyor, hem de emperyalizme karşı ulusal bir proje olan Çözüm Süreci'ne taş koymaya çalışarak bizatihi 'emperyalizmin maşası'na dönüşüyor. Emperyalizme bu kadar profesyonelce hizmet ve kendi ülkesine ihanet, ancak örgütün üst aklının ne yaptığının farkında olması koşuluyla mümkün olabilir.

DHKP-C'nin üst aklı ise eski Türkiye Hizbullahı modeli bir şura yapılanması.

Dursun Karataş'ın ölümünden sonra kurulan ve komite adı verilen bu yapılanmada örgütün, cephe, yani silahlı kanat sorumlusu Hüseyin Fevzi Tekin, Avrupa sorumlularından Musa Asoğlu, Dursun Karataş'ın 'devrim nikâhlı' karısı Zerrin Sarı ve cezaevinde olan Kamile Kayır ve Süleyman Matur bulunuyor. Emniyet raporlarına göre komite üyeleri arasındaki en ilginç isim Hüseyin Fevzi Tekin. 'Zeki', 'Abi' kod adlı Tekin, Dev-Sol döneminde Bekaa Vadisi'nde eğitim görmüş biri. Tekin, örgütün yabancı istihbarat servisleriyle bağlantılı en esrarengiz ismi. Daha önce Selanik'te yaşıyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, başbakanlığı döneminde Yunanistan'a diplomatik baskıda bulunması üzerine sınırdışı edildi. Bir ara Suriye'ye gitti. Lazkiye'de Acilciler olarak bilinen THKP-C mensuplarının kaldığı kampta kaldı. Ve son istihbarat raporlarına göre Belçika merkezli olarak Kuzey ve Orta Avrupa ülkelerinde dolaşıyor. Tekin, Mart 2013'te AK Parti Genel Merkezi ve Adalet Bakanlığı'na yapılan saldırıların talimatını veren isim.

Emniyet, Tekin'in İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz'ın şehit edildiği terör eyleminin ve Emniyet'e yapılan silahlı saldırının da emrini veren kişi olduğunu düşünüyor.

ÖRGÜT SURİYE'DE DOĞDU

DHKP-C, 30 Mart 1994 tarihinde Türkiye'nin baş belası terör örgütlerinin yuvalandığı merkez olan Suriye'nin başkenti Şam'da kuruldu. (PKK da kendine Şam'da yaşam alanı bulmuştu.) Örgütün kuruluş bildirgesi burada açıklandı. Bu bilgi göz önüne alındığında, Alman derin devletinden başka, babadan oğula Esad ailesinin lideri olduğu Suriye totaliter rejiminin bekçisi El Muhaberat'ın DHKP-C üzerinde etkili bir gizli servis olduğu gönül rahatlığıyla söylenebilir. Zaten bugünlerde örgütün tekrar aktifleşmeye başlamasının sebebi de Suriye'de Mart 2011'den bu yana devam eden savaş hali.

DHKP-C'nin atası kabul edilen Dev-Sol daha çok siyasi suikast eylemleriyle bilinen bir örgüttü. Dev-Sol'un üstlendiği başlıca suikastlar şunlar: Eski başbakan ve CHP milletvekili Nihat Erim'in öldürülmesi, MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'ın öldürülmesi, emekli generaller Kemal Kayacan ve Adnan Ersöz'ün öldürülmesi ve emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın öldürülmesi.

Örgütün lideri Dursun Karataş, 1978'de Devrimci Yol'dan ayrılarak, sözde devrim için siyasal şiddeti kullanma stratejisini benimseyen Devrimci Sol (Dev-Sol) örgütünü kurdu. Kasım 1983'te askeri mahkeme tarafından tutuklandı. Önce idam cezasına çarptırıldı. Cezası daha sonra müebbet hapse çevrildi. 1992 yılında İstanbul Bayrampaşa Cezaevi'nden kaçtı. Firari olduğu sırada 17 ayrı ülkede pek çok suçtan aranırken Avrupa'nın göbeğinde yaşadı. Belçika, Karataş'ın da bir dönem 'üslendiği' ülkelerden biriydi. Belçika, gizli servisinin başarısızlığı ile bilinen ve istihbari manada Almanya ile Fransa'nın güdümünde olan bir ülke. Dev-Sol'un varisi DHKP-C örgütünün ilk büyük eylemi ise Sabancı suikastı idi. 9 Ocak 1996'da Sabancı Center'ın 25. katında Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, ToyotaSA Genel Müdürü Haluk Görgün ve başkanlık sekreteri Nilgün Hasefe öldürüldü.

EMNİYET'İN HAKLI ŞÜPHESİ

Örgütün 31 Mart'taki terör eylemi sırasında öldürülen Şafak Yayla'nın ağabeyi Bulut Yayla, 31 Mayıs 2013'te Edirne'de Yunanistan sınırına yakın bir yerde yakalanmıştı. Yayla'nın cebinden çıkan flash bellekte avukat Taylan Tanay, Ebru Timtik ve Selçuk Kozağaçlı'nın, avukat-müvekkil ilişkisini aşacak biçimde örgüt yönetimiyle yaptığı yazışmalar yer alıyordu.

31 Mart saldırısının, neden avukatlık cübbesinin arkasına saklanarak yapıldığı da avukatlarla ilgili iddianamede gizli. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan, 22 şüphelinin adının yer aldığı 1 Temmuz 2013 tarihli 622 sayfalık DHKP-C iddianamesinde örgütün stratejisi şu cümleyle özetleniyor:

"Örgütün ülkemizdeki devrim stratejisi; uzun süreli bir halk savaşı ile iktidarın ele geçirilmesinde silahlı propagandayı temel alan politik, ekonomik ve demokratik mücadele biçimlerini, bu temel biçime bağlı olarak kabul eden, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'dir. (PASS)."
İddianamenin 141. ve 142. sayfasında 1 Nisan'da Emniyet'e düzenlenen saldırı sırasında öldürülen Elif Sultan Kalsen ile Halkın Hukuk Bürosu (HBB) arasındaki bağlantıya dair de çarpıcı cümleler var. Kalsen, 2000'de Hayata Dönüş Operasyonu sırasında kendini yakarak intihar eden Fidan Kalsen'in kardeşi. Yayla ve Kalsen kardeşler örneği göz önüne alındığında örgütün bir tür nepotizmle yapılandığı sonucu da çıkıyor. Bu, kayırmacılıktan ziyade örgüt yönetimince devlete karşı birikmiş akraba öfkesini kullanma şeklinde tezahür eden bir nepotizm. İddianamede Kalsen'i konu alan bölümlerde şu cümleler var:

"DHKP-C terör örgütü adına Emekli Binbaşı Z. B.'yi öldürmek amacıyla istihbarat toplayarak eylem hazırlığı yapan şüpheli Ömür Altun, bahse konu eylemi gerçekleştirmesi amacıyla Elif Sultan Kalsen'in kendisine talimat vererek eylemde kullanacağı silah ve mühimmatları temin ettiğini beyan etmiştir. DHKP-C terör örgütü adına canlı bomba eylemcisi oldukları gerekçesiyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nce basına fotoğraflarının dağıtıldığı iddiasıyla Elif Sultan Kalsen ve Harran Aydın isimli şahıslar 13 Eylül 2012 tarihinde, Çağdaş Hukukçular Derneği'nde (ÇHD) Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından şüpheli Barkın Timtik himayesinde bir basın açıklaması düzenlemişlerdir. Düzenlenen basın açıklamasında Elif Sultan Kalsen ve Harran Aydın isimli şahıslar kendilerinin canlı bomba eylemcisi olmadığını, devrimci ve sosyalist olduklarını, bu doğrultuda mücadele ettikleri için emniyet tarafından hedef gösterildiklerini ve bu nedenle emniyet müdürlüğü hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını beyan etmişlerdir."
İddianamede devamla Kalsen ve arkadaşlarının Çağlayan Adliyesi'nde 14 Eylül 2012'de yine HBB avukatları ile baskın açıklaması yaptığı anlatılıyor.

Kalsen, canlı bomba eylemcisi olmadığını iddia ettiği açıklamayı yaptıktan yaklaşık üç yıl sonra fotoğraflarını dağıtan Emniyet'e eylemci olarak saldırdı ve öldürüldü. Kalsen ve arkadaşlarının bir gün sonra açıklama yaptıkları Çağlayan Adliyesi ise yine Kalsen'in Emniyet'e saldırısından bir gün önce onun örgütünün terör saldırısına uğradı. Demek ki Emniyet, şüpheciliğinde haklıymış.

DHKP-C, şu anda iyice şiddetlenen istihbarat savaşının taşeronlarından biri. Geçmişte Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın isteğiyle Türkiye'nin istihbari anlamda bağımsızlaşması için çabalayan bir MİT Müsteşar Yardımcısı (Hiram Abas) öldürmüş bir örgütten bahsediyoruz. Abas, 1989'da Özal'a istihbaratta bağımsızlaşma raporu sunmuştu. (Rapor, Abas'ın çalışma arkadaşı Mehmet Eymür'ün Analiz kitabında var) Bu raporu Özal'a sunduktan kısa bir süre sonra DHKP-C'nin atası Dev-Sol tarafından öldürüldü. Türkiye, yıllar sonra bu kez Erdoğan'ın öncülüğünde Hakan Fidan tarafından istihbarat teşkilatını, ve ayrıca emniyetini, yargısını bağımsızlaştırmaya çalışıyor. Ve DHKP-C silahlarıyla yine sahnede. Ne de olsa teşkilatın (istihbarat) gizli olanı, örgütün (terör) ise kullanışlı olanı makbuldür.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA