Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Geçmiş, geçmişin kurdudur

"Dünyada büyük devrimler yaşayan toplumlar, söz konusu hamlenin ardından sanatsal ve kültürel bakımdan iki yoldan birini tercih eder. Ya kaskatı bir yenilikçilik getirir ya da eskiyle uzak da olsa bir uzlaşma dener"

BU konuda birkaç önemli örnek var.
İlki Fransız Devrimi.
Dünyayı alt üst eden devrim, kısa bir süre sonra yenilikçi şiddetini klasiğin alışılmış değerleriyle bütünleştirme yolunu seçti. Napolyon'un 'saray ressamı' David, Antik Yunan ve Roma'dan etkilenmiş yeni bir üslup geliştirdi. Neo-klasik denen bu anlayış, bilhassa antik Yunan'ın 'heroik' (kahramanca) ifadeye sahip beden politikasını benimsedi. Kadın beden ve çehreleri dahi, o kültürden izler taşıdı. Sonunda dönüşse bile bu anlayış çok uzun bir süre devam etti. En nihayet Napolyon'un naaşı Paris'e geri getirildiğinde yapılan anıt mezar, dış mimarisi itibariyle Roma'dan, iç mimarisiyle de bu neo-klasik anlayıştan izler taşıyordu.
Diğeri Rus devrimi. Devrim öncesi Rusya'da bugün dahi dünya sanat tarihinin en önemli hamlelerinden biri olan ciddi, güçlü, gelişmiş bir öncü (avangart) akım vardı. Lissitzky, Tatlin, Malevich, Rodchenko emeklerini devrimin hizmetine sunmakta tereddüt etmediler. Fakat kısa bir süre sonra aynı güçte bir karşı hamleyle geriye çekildiler.
Bilhassa Stalin döneminde yeni bir anlayış ve akım doğdu. Bu yönelim, Lenin döneminde kısa bir süre için de olsa denenen, Proletkult (işçi kültürü) yaklaşımından etkilenmişti. Daha 'anlaşılabilir', daha klasiğe yakın, daha anıtsal bir ifadeyi öne çıkarıyordu. Kısacası gene bir neo-klasik uzlaşma yaşanmıştı.
Üçüncüsü Türk devrimi. Neo-klasikle buluşmak, uzlaşmak bakımından bizim erken Cumhuriyet dönemi, itiraf edelim ki, çok daha problemli bir noktadadır. Yeni Cumhuriyet, yenilikten asla ödün vermedi. Türkiye'de cereyan edecek bir neo-klasik kendi geçmişimizden izler taşımalıydı. Bunu, yapan belki de tek kişi, Yahya Kemal'di, o dönemde. Ama mimari ve görsel sanatlarda çok garip bir gelişme yaşanıyordu. Türkiye, bilhassa Alman faşizminden kaçıp Kemal Paşa'nın rejimine sığınanlar eliyle Batı'nın ifade imkanlarına dayalı bir neo-klasik yaratmaya çalışıyordu.

CUMHURİYET'İN NEO-KLASİK YOLCULUĞU
Bu gerçekten ilginç bir gelişmeydi.
O Alman mimarlar, bir yandan Batı'nın neo-klasik bir anlayışla geliştirdiği anıtsal mimariyi hem yenilik hem de (muhtemelen) neo-klasik uzlaşmanın bir yöntemi olarak sunuyordu. Öte yandan da aynı yabancı mimarların bazıları, Osmanlı mimarisini yenileme çabasına girişmişti. Ankara'da mesela Mongeri'nin yaptığı Ziraat Bankası binası, Tekel binası 'toplama' birer binadır ve beş benzemezi bir araya getirir.
Velhasılı kelam erken Cumhuriyet, uzlaşmacı bir neo-klasisizmi ne benimsedi ne de uyguladı.
Bu iş sonradan gündeme geldi.
Gerek şiirde gerekse mimaride bazı hamleler yapıldı. Mesela Attila İlhan, Divan Edebiyatı'nı şairin yedekte tutması gerektiğini, ilk avangart dönemini tamamladıktan sonra, alabildiğine savundu. Gazeller, rubailer yazdı. Bunu yaparken de ustası, öncüsü Nâzım Hikmet'in rubailerinden esinleniyordu. Turgut Uyar gibi yenilikçi bir şair gitti Divan yazdı. O damar devam etti.
Ediyor da. Mimaride Turgut Cansever belli bir 'ulusalcılığı' veya 'yerelliği' savundu. Geleneksel yapıların dönüştürülerek yeniden üretilmesinde ısrarcı oldu. Ondan önce Sedad Hakkı Eldem benzeri bir yola girmişti.
Gene de büyük bir uzlaşma, bağdaşma, oydaşma anlamına gelen bir neoklasik anlayış bizde yerleşmedi. Tekrar edeyim, bizim neo-klasiğimiz Batı'nın neo-klasiğini taklit ederek olamazdı.
Kendi geçmişimizin verimini içermek zorundaydı. Bu yönde kalıcı, etkileyici bir sonuç elde edilemedi. Yeniyle eskiyi bir potada buluşturmak, eritmek söz konusu olamadı.

YENİ CAMİLER DE SEL ÇUKLU ETKİSİ VAR
Peki, acaba şimdi yapılanların bazıları o yolu hazırlar mı? Büyük meydanlara, büyük tepelere dikilen camiler, açık söyleyelim, ne anlama geldiğini kimsenin bilmediği ama son zamanlarda mimarlığa hakim olan Selçuklu tarzı, böyle bir sonuç üretir mi?
Muhtemelen sosyolojik açıdan böyle bir sonuçtan söz edilebilir. Sonunda büyük paydası muhafazakardır denen bir toplumun karşısına 'ona daha yakın duracağı va rsayılan' bir üslup öne çıkarılıyor.
Ama bunun bir neo-klasik inşa emek anlamına gelmediği de aşikardır.
Ona çok ihtiyacımız var. Var, ama neoklasik yapacağız derken, ortaya bir kiç çıkarmamak gerek. Osmanlı da denedi neo-klasiği. Kendi klasik anlayışıyla Barok'u ve Rokoko'yu buluşturdu. İyi örnekleri Nusretiye Camisi'dir, D'Aronco'nun Maçka Çeşmesi'dir, III. Ahmet Çeşmesi'dir. Hepsi zarif, lezzetli yapılardır. Onlara müşabih bir şey yapmak gerekir, yapılacaksa...
Yoksa uzlaşma derken gene zıtlaşmaya düşeriz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA