Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Git gide artıyor yalnızlığımız...'

Yalnızlık eskiden de yalnız yaşanan bir haldi. Sanal dünya sayesinde iletişim ve paylaşım artsa da insanlar şimdi yalnızlıklarını kalabalıklar içinde devam ettiriyor

Son günlerde internet konusuyla yatıp kalkar olduk. Bundan daha doğal ne olabilir? İnternet artık hava ve su kadar hayatımızın bir parçası. Birkaç yıl öncesine kadar böyle bir unsur söz konusu değilken bugün onsuz bir yaşamı düşünemiyoruz dahi. Onunla haşır neşir olmaya başladıktan sonra bütün algımız, anlayışımız, dünya kavrayışımız değişti. Teknoloji her defasında sahip olduğumuz dünya görüşünü boydan boya dönüştürür. Kaçınılmaz, yine öyle oldu.

İNTERNET DE BİR TÜR DUVAR
"Bu değişimin özü nedir?" sorusunu kuramcılar da soruyor. Çünkü internet diye belirttiğimiz sanal alem garip bir düzlem. Bir manada mağara devri insanının 'duvarı' internet. Oraya yazıyor, oraya çiziyoruz. Gene de sanal dünyadaki eylemlerimizin özünü görselliğin mi, yoksa sözelliğin mi oluşturduğunu tam manasıyla bilemiyoruz.
Kuşkusuz hâlâ sözellikle yakın bir ilişkisi var sanal dünyanın. İnsanlar orada yazıyor ve okuyor. Kitabın yerini de sanallığa dayanan aygıtlar aldı. Ben de bu kervana katıldım. Binlerce kitabın içinde yer aldığı Kindle'sız şuradan şuraya gitmiyorum. Ama bu o 'uzayın' bütün gerçeğini ifade etmiyor. İnternetin gerçek boyutlarını görsellik oluşturuyor. Ne yaparsak yapalım, son kertede görsel bir dünyanın sınırları ve olanakları içinde yüzüyoruz. Gutenberg Devriminin sonuna geldik.
Bu konu çok ele alındı, çok irdelendi. Sanal dünyanın asal meselesi olmaktan çıktı. Çünkü onun işlevlerinin çok küçük bir parçasını meydana getiriyor bu özelliği. Her ne kadar "Güneş doğudan doğar" demek kadar sıradan bir saptamaysa da söyleyelim, sanal dünyanın araladığı büyük kapı, iletişim.
Gerçekten de bir sınırsızlık alanı internet. Onunla uğraşanların bile boyutlarını henüz kavrayamadığı gerçek, bu. Ve gerçekten de sınırsızlık dediğimiz bu olgunun boyutsuzluğunu hâlâ yeterince ölçemiyoruz, tanımıyoruz. Bilmediğimiz için, bütün mekan ve uzay algımızın, onlara bağlı olarak gelişen davranışlarımızın dahi derinden etkilenip değiştiğini fark edemiyoruz. Bugün sanal dünyaya doğup, daha bilincinin oluşum evresinde bu dünyanın aygıtlarını kullanan çocukların gelecekte ne türden bir algı geliştireceklerinden ve zemin-uzay ilişkisini, mesela perspektif konusunu, nasıl ele alacaklarından habersiziz.
Sadece o düzeyde değil, kamusal alan dediğimiz şu toplumsal mekanları da dönüştürüyor sanal dünya. Sınırsız bir dünyada yaşarken bunun siyasal bilincimize etkilerini yeterince kavrayamıyoruz. Yönetim, onun ayrılmaz unsurları olan disiplin, otorite gibi 'uygulamalar' sanal dünyanın etkinliği oranında muhtemelen tuzla buz olacaktır.
Platon'un son yapıtı Kanunlar'da onca yakındığı 'tiyatro' kavramı, tiyatroya yani ortak toplanma alanına giden 'güruh' artık sanal dünyanın evreninde korkusuzca ve kayıtsızca dilediğini yapabiliyor. İnsanlığın 'agora'yı keşfedişi, orada kendisini 'homo politicus' olarak biçimlendirişi ne kadar devrimci idiyse bugün ondan daha devrimci bir oluşumla karşı karşıyayız. Bundan sonra parlamento sanal ortamla özdeşleşecek, temsili demokrasi doğrudan demokrasiye bu yoldan dönüşecektir.
Bütün bunların altında gerçekle olan ilişkimize dönük müdahalelerin olduğunu kim yadsıyabilir? Gerçek, daha önceleri, kaynağı doğada, nesnelerde olan bir kavramdı. Biz gerçeğin temsiliyle uğraşırdık. "Realitenin gerçeği nesnede midir, yoksa insanın zihninde midir?" sorusuyla yüzlerce yıldır boğuşuyoruz. Bir nesnenin temsiliyle gerçeği arasındaki ilişkiyi yüzyıllardır sorguluyoruz ve bunları yaparken şimdi 'artırılmış (veya çoğaltılmış) gerçek/lik' (augmented reality) kavramına gelip dayandık. Gerçeği 'zenginleştiriyoruz' artık. Böyle bir dünyada 'doğru' olanın yeri kayıyor ve git gide daha karmaşık bir hal alıyor. Belki bir süre sonra ahlaki doğrularımız da alt üst olacak.

SANAL ORTAM İLETİŞİMİ ARTIRDI
Bütün bu çerçeve beni iki noktada daha fazla ilgilendiriyor. Birincisi, sanal ortamın iletişimi artırdığına inanıyoruz. Doğru! Bütün o 'chat'ler, 'paylaşımlar' falan bu işin bir parçası. Hatta siyasal anlayışımızı, tutumumuzu kökünden değiştiren, o 'empati' söylemini doğuran, 'öteki' kavramını lanetli bir kavrama dönüştüren şu 'paylaşım' sözcüğü de hayatımıza bu sayede girdi. Bu bir çoğullaşmaya yol açtı. Hepimiz daha 'kalabalık', daha 'topluluk' halinde yaşıyoruz ama 'tekil bir çoğulluk' bu. Ya da 'yalnızların kalabalığı'. Sanal dünyanın o yazışmaları, o beraberlikleri hep bir 'bireyliğin', bir 'tek başınalığın' içinde cereyan ediyor. Yalnızlık eskiden de yalnız yaşanan bir haldi. İnsanlar şimdi yalnızlıklarını kalabalıklar halinde yaşıyor, sanal dünya sayesinde. Nereye varır sonu bilmesem de görebiliyorum.
İkincisi, galiba şu değindiğim şartın doğal sonucu, sosyal hayatın bugün alışılmış mekanları belki de ortadan kalkacak. Aşırı bireyleşmiş, bireyin içine kapandığı ve dışındaki dünyayı sanallığın içinde aradığı, bulduğu bir düzlemde mesela kentlerin, parkların, diğer ortak kullanım alanlarının daha fazla etkinliğini koruyacağını insan kolayca öne sürebilir mi? Çok kuşkuluyum.
Şu AVM'ler bence bu kapalı mekan anlayışının ilk hamlesi. Nasıl sokaktan kopup sanal dünyaya girdik ve sokağı orada yaşadığımızı düşünüyorsak, 'agora'dan da çıkıp AVM'lere girdik. Yakında oradan da ayrılacağız. Zaten tüm o çevre yollarıyla nasıl kentin bildik dünyasını, küçük evrenini terk ettiysek, işin bu kısmını da yakında tamamlayacağız. Hele hele şu sanal ortam dediğimiz âlemin mağara veya taş devrinde olduğumuz düşünülürse...
Sadece bildiğimiz dünyanın sonu değil bu. Ben çok memnun olsam bile, şairin dediği gibi "Git gide artıyor yalnızlığımız..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA