Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET DEMİRHAN

Cemevlerine nasıl bir statü?

CHP'li Milletvekili Hüseyin Aygün'ün Meclis'te cemevi açılması talebinde bulunması, cemevlerinin statüsünün öncelikle hangi zeminde tartışılması gerektiğini de ortaya koydu. Her ne kadar Aygün'ün bu başvurusu üzerine Diyanet'ten alınan görüş, işin "dini"; Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği'nin tüzüğünde yer alan ve cemevlerini "ibadethane" olarak tanımlayan bir maddeye istinaden yargının verdiği karar, "hukuki" veçheler sergilese de, Aygün'ün başvurusu, cemevlerinin statüsü meselesinin her şeyden önce "politik" olduğunu gösterdi. Başvuru, cemevlerinin statüsüne dair müspet ya da menfi bir kararın, toplumun "politik" kurgusunu, dahası kuruluşunu etkileyebilecek bir karar olduğunu ortaya koydu.
Bu açıdan sorunun çözümü, ne halen ülkeyi yönetmekte olan siyasi iradenin bu konuda atacağı müspet ya da menfi bir adımda yatıyor; ne "devlet kimin nasıl ibadet edeceğine karar veremez" diyerek meseleye dair "dini", "hukuki" veya "siyasi" cenahlardan gelen tepkilerin anlamsız olduğunu savunan "liberal" görüşün kendinden menkul doğrucu tavrında yatıyor ve ne de bir din olarak İslam'da "ibadethane" addedilen mekânların ve bu mekânları kullananların cevabı baştan belli niteliğine dair aslında hayli sığ bir tartışmanın meseleyi çözümsüzleştirilmesinde yatıyor.

İbadethaneyi tanımlamak
"İbadethane" "dini" bir tanım ve bu tanımı, ne "siyaset", ne "hukuk" ve ne de "insan hakları" müktesebatı çerçevesindeki bir "özgürlük" anlayışı yapabilir. Kimse bu konuda "bu tartışma teolojinin tartışması; bizi ilgilendirmez;" diyemez.
Elbette bu iddia, dini pratiklerin "tarihsel" ve "toplumsal" yönlerini de, "cem" yapılan yerlerin "tarih" içinde ve "toplumsal" anlamıyla, "cami"lere bir "alternatif" olarak şekillendiğini de reddetmiyor. Ancak aynı "tarihsel" ve "toplumsal" birikim, İslam içre olan ve birbirlerine taban tabana zıt hareketlerin toplu "ibadet"lerin mekânları konusunda belirli ortaklıklarda buluştuklarını da gösteriyor: İslam tarihi boyunca ve İslam toplumlarında, anlamları ne kadar farklı olursa olsun, "ibadethane" olarak tebarüz eden mekânların adı ve sanı belli. Hac ibadetini yerine getirmiyor, hatta "benim Kâbe'm insandır" diyor olabilirsiniz; bu, Kabe'ye alternatif bir "mekan" kurduğunuz anlamına gelmediği gibi, başkalarının da Kabe'nin ziyaretgâh olmasını reddetmeden, sizinle aynı ifadede buluşmayabilecekleri anlamına da gelmiyor.
Neyin "ibadethane" sayılıp sayılmayacağına "hukuk"un, "siyaset"in veya liberal insan hakları söylemlerinin vereceği bir kararın, dinin dogmatik, tarihsel ve toplumsal olarak kendisini tanımlanma tarzları açısından "dinde bir reform" olacağından, başka sorunların ortaya çıkmasına yol açacağını beklememek safdillik olur. Meseleyi, sadece Alevilerin bir meselesi olarak değerlendirmek de yanıltıcı. Bu konuda alınacak bir "karar", kendisini "din"in bir şekilde mensubu addedenleri de ilgilendirecek bir niteliğe sahip çünkü.

Nasıl bir çözüm?
Öyleyse Alevilerin hakları ve talepleri karşılıksız mı kalmalı? Elbette ki Hayır. Kendilerini "din" dairesinde nereye yerleştiriyor olurlarsa olsunlar, Alevilerin her türlü hak ve özgürlüklere sahip olduğunu bir cümle içinde ifade etmek bile bir "zulüm"dür. Ancak, bu meselenin çözümünü, cemevlerinin statüsünü "ibadethane" kabul edebilecek bir "hukuk"ta; zamana ve zemine göre şekillenen "açılım politikaları" ile ilerleyen "siyaset"te; ya da insanı en az din kadar dogmatik tanımlayan "liberal" haklar söylemlerinde aramak da, en azından Aleviler dışındaki dini kesimler açısından, "yaralayıcı"dır.
Dolayısıyla çözümün, Aygün'ün "politik" talebinde yattığını düşünüyorum; ancak Aygün'le farklı nedenlerle. "Cem"lerin ister bazı kesimlerin iddia ettiği gibi Osmanlı döneminde de yasak olduğuna, isterse de 1925'teki kanunla yasaklandığına inanalım, şu anki statülerinin muğlaklığı 1925'teki "Tekke ve Zaviyeler" Kanunu'ndan kaynaklanıyor. Aleviler için farklı çağrışımları olacağından, kendi yükünü kendisi taşıyamadığı gibi kendisini de artık taşıtamayan "Kemalist vesayet ile hesaplaşma" gibi iddialı söylemlere başvurmadan; özellikle (hayır mı, şer mi olduğu her zaman tartışmalı) Vaka-i Hayriye akabinde Bektaşi tekkelerine Nakşilerce el konmasından sonra işlevsizleşmeye başladığından Cumhuriyet'e kadar zaten anlamlarını kaybetmiş olan tekkeleri tekrar açmaktan bahsetmeden; Kanun'da "cem" ile ilgili bir düzenlemeye gidilerek, 1925'te Kanun'un toplumu "politik" olarak daraltması ortadan kaldırılabilir ve "cem"ler bir statüye kavuşabilir. (Yani Aygün, Meclis'e doğru bir "politik" saikle, ama yanlış bir taleple başvurdu.)
Ancak, eşit haklara sahip olmak aynı haklara sahip olmak değildir. Tartışmaların cami varsa karşısına "cemevi"; imam-hatipler yetiştiriliyorsa karşısına (Alevilik içre bile tuhaf görünmesi gereken) "dedelerin yetiştirilmesi"; Diyanet varsa bunun karşısına onun içinde veya dışında benzeri bir kurumsallaşma gibi "aynı haklar" etrafındaki bir mecraya sürüklenmesi, çözümsüzlüğün bir parçasıdır. "Cem" bir statüye kavuşturulursa, Alevilerin yol ve erkânları çerçevesinde cemevleri de zaten kendi yerlerini bulacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA