Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ADNAN BOYNUKARA

Çözüm süreci ve MHP

Vehimler üzerinden içe kapanmayı savunmak ülküsüzlüktür

Kürt meselesinin çözümünde, süreci etkileme kapasitesi açısından nihai tutumları dikkate alınması gerekenler; güvenlik bürokrasisi ve MHP'dir. Toplumsal tabanı geniş olan CHP'nin dışarıda tutulması, Kürt meselesi konusunda yayınlamış olduğu raporlar nedeniyledir. Partinin şu an aldığı pozisyonu, dönemsel siyasetin sonucu olarak değerlendirmek mümkün. Güvenlik bürokrasisinin ise hükümetin kararlığı konusunda, en azından şimdilik, duyarlı olduğu görülüyor!
Bu nedenle de MHP'nin tutumu önemli.

Doğu'nun MHP'si ya da MHP'nin doğusu

MHP'nin Kürt meselesinin çözümü konusunda durduğu yer ile tarihi geçmişi arasında bağ kurmak zor. Kürt nüfus, bu nüfusun siyasal tercihleri ve MHP'nin 80 öncesi Doğu ve Güneydoğu'da sahip olduğu toplumsal tabana bakılınca zorluk anlaşılır.
Eylül 2006'da, Türkiye'nin etnik köken ve din/ mezhep inanç gruplarına göre dağılımlarını ortaya çıkarmayı hedefleyen "Biz Kimiz" araştırmasına göre Kürtler genel nüfusun % 15,7'sini oluşturuyor.
Yani 11-12 milyon civarında bir Kürt nüfus ve 8 milyon seçmenden bahsediliyor. İşte bu noktada üzerinde durulması gereken konu, Kürtlerin siyasal tercihlerinin nerede yoğunlaştığıdır. 2011 seçim sonuçları incelendiğinde, BDP'nin almış olduğu oyun 2.4 milyon, yani Kürt seçmenin %35'i olduğu ve dolayısıyla %65'e yakınının ise siyasal tercihini diğer partilerden yana kullandığı görülür.
Aslında bu durum yeni bir olgu değil. 12 Eylül öncesinin siyasal verileri incelendiğinde durum anlaşılır.
Alparslan Türkeş'in siyaset yaptığı CKMP, 1965 seçimlerinde 11 milletvekili çıkarmıştı. Ağrı'dan Abdulbari Akdoğan, Mardin'den Fuat Uluç - Rıfat Baykal ve Muş'tan Kemal Aytaç da bunlardandı. 1977 Genel seçimlerinde Türkiye genelinde % 6 oy alan MHP'nin, Doğu ve Güneydoğu illerinde almış olduğu oy %10'ların üstündeydi.
12 Eylül öncesinde Hikmet Tekin, %33 oy ile Bingöl Belediye Başkanlığını kazanmıştı. Aynı dönemde yaşanan çatışma ortamında, ülkücü gençlik içinde siyaset yapan 100'ün üzerinde Kürt gencinin hayatını kaybetmesi de akılda tutulmalıdır.
Kürt nüfusun yoğun olduğu şehirlerden milletvekili ve belediye başkanları çıkaran, siyasi temsil gücü olan MHP'nin bölgede siyaset yapmaktan uzaklaşması oldukça düşündürücüdür. Bu ve benzer veriler üzerine sahici bir değerlendirme yapılması, Kürt meselesinin çözümüne önemli katkı sağlayabilir.

Ülkücülükten ulusalcılığa savrulma
Türk milliyetçiliği söz konusu olduğunda iki temel merkezden bahsetmek mümkün; Parti ve ülkücü gençlik. İki merkez arasındaki temel fark; partinin siyasal süreçlere göre değişiklik göstermesi, ülkücü gençliğin ise değerler konusunda muhafazakâr tutum almasıdır. "Ülkücü gençliğin en temel iki ilkesi nedir?" diye sorulsa, akla gelecek olanlar, İslam ve Büyük Türkiye özlemi olur. Bu nedenle de toplum nezdinde ülkücü gençliğin karşılığı daha yüksek olmuştur. Ancak son yıllarda parti ile gençliğin aynileştiği ve ulusalcılığa savrulduğu açıkça gözleniyor. Bu savrulmanın neye tekabül ettiğini anlayabilmek için ulusalcılığın ne anlama geldiğini ortaya koymak lazım. Söylem ve tutum analizi yapıldığında ulusalcılığın; İslam dinini yok sayan, dışlayan ve soğuk savaş dönemi sosyalist ekollerden birisi olan üçüncü dünyacı perspektif ile milliyetçiliği bütünleştirmeye çalışan bir anlayış olduğu görülür. Bu nedenle de, ulusalcılık ile ülkücülük arasında bağ kurmak olanaksız. İslam ve Osmanlıcılık zemininde Kürtlerle aynı paydada buluşan MHP'nin, üçüncü dünya sosyalizmine kayarak Kürtlerle bağını koparması ve ülkücü gençliği de buna eklemesi dikkate alınması gereken bir savrulmadır.

Sokak çözüm mü?
Ülkücü gençliğin en önemli özelliklerinden birisi de, 80 öncesi çatışmalı ortamda bulunan tüm kesimlerin özeleştiriden kaçındığı bir süreçte, derin unsurlarla kurulan ilişki üzerinden 'kullanıldık' değerlendirmesi yapmış olmasıdır. Bu oldukça anlamlı bir tutumdur. Bu özeleştiriyle birlikte Devlet Bahçeli'nin Genel Başkan olması; MHP'nin daha bağımsız bir politika izlemesi ve 'kullanılma' koşullarını besleyen sokaktan uzak durulmasında etkili oldu. Bu sonucun, Devlet Bahçeli'nin başarısı olduğu da sıklıkla vurgulandı. Ancak çözüm süreciyle birlikte bu tutumda değişikliğin işareti sayılabilecek ifadelerin kullanılmaya başlanması tedirginliğe neden oluyor. Sokağın ve şiddetin çözüm olmadığını en iyi bilen kadroların, sokağa davet anlamına gelecek tutumları, ülkenin geleceği açısından kaygıyla izlenmesi gereken bir değişimdir.

Yeni ülkü: Büyük Türkiye
Çatışma yönetiminin en önemli aşamalarından birisi, 'üstün ortak amaçlar saptama' olarak tanımlanır. 30 yıldır devam eden terörün son bulması ve Kürt meselesinin çözümü için herkesin üzerinde ittifak ettiği üstün bir amaç olarak, "yeter kan akmasın ve analar ağlamasın" söylemi ile desteklenen 'Büyük Türkiye Ülküsü'dür. Bu ülkünün toplumsal karşılık bulduğu da açık. Ancak MHP yönetiminin, belirlenen ülkü konusunda tatmin olmadığı, bunun yerine 'bölünme korkusu' içinde olduğu görülüyor. Cumhuriyet tarihinin her aşamasında, toplumsal talepleri bastırmada kullanılan 'bölünme korkusunun' karşılık bulması manidar.
Dünya siyasetinin yeniden biçimlendiği bir dönemde bölünme korkusunun; özgüven yoksunluğu, projesizlik, ülküsüzlük, Batılıların bizi kontrol etmek için ürettikleri bir vehim olduğunu ortaya koymak lazım. Vehimler üzerinden içe kapanmayı savunmak ülküsüzlük olsa gerek. Binlerce yıllık tarih vurgusu üzerinden siyaset yapanların, Türkiye'nin doğal siyasal coğrafyasında belirleyici olması anlamına gelen 'Büyük Türkiye Ülküsü' konusunda daha duyarlı olmaları beklenir...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA