Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BEKİR S. GÜR

Yeni Türkiye'nin yeni sınavlarla imtihanı

Sınav sistemindeki temel sorun, yeni bir değişikliğin ne getirdiğinden ziyade, sürekli bir değişiklik yapılmasının getirdiği bir nevi "yenilik yorgunluğu"dur

Türkiye son yıllarda hukuk alanından sağlık alanına ekonomiden ulaştırmaya kadar çok önemli gelişmeler kaydediyor. Aynı şekilde, siyaset üzerindeki vesayet ortadan kalktıkça, siyasi ve sosyal hayatta önemli normalleşmeler yaşanıyor. Bu çerçevede, eğitim alanında da son on yılda eğitimde ciddi iyileşmelere şahit olduk. Özellikle okullaşma oranlarında okul öncesinden yükseköğretime kadar her düzeyde fevkalade iyileşmeler yaşanmıştır. Eğitim talebini karşılamak için çok sayıda yeni okul ve üniversiteler açılmıştır. Türkiye'nin birçok nicel erişim göstergeleri, OECD ortalamalarına yaklaşmıştır. Daha önemlisi, bir yandan eğitime erişimi artırmaya odaklanan Türkiye, aynı zamanda eğitimde kaliteyi artırmıştır. Dünya Bankasının en son raporu olan "Türkiye'de Okullarda Mükemmeliyeti Teşvik Etmek" (Mart 2013), hem nicel hem de nitel iyileşmeleri birlikte yapabildiği için Türkiye'ye övgüler sıralamıştır. Yükseköğretimde sistem büyümüş; buna paralel olarak kurumlar arası kaliteli eğitim verme rekabeti artmış, öğrenci ile öğretim üyeleri için seçenekler çoğalmıştır. Üniversiteye girişte katsayı eşitsizliği uygulaması kaldırılmış, başörtüsü yasağına son verilmiştir. Ayrıca, 4+4+4 ile birlikte seçmeli din eğitimi ve Kürtçe dersleri gibi toplumsal talepler karşılanmıştır. Bütün bu iyileşmelere rağmen, özellikle ortaöğretime geçişte bir istikrar yakalanamamış ve son on yılda üç defa önemli değişiklik yapılmıştır.

Yenilik yorgunluğu
Geçen hafta içinde Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın yeni ortaöğretime geçiş sistemini açıklaması sonrasında, yeni getirilen sistemin avantaj ve dezavantajları genişçe tartışılmıştır ve muhtemelen bir süre daha tartışılacaktır. Aslında tartışma, yeni sistemin teknik ayrıntılarıyla ilgili gibi görünse de, genel olarak kamuoyunun anlamakta zorlandığı husus, sınav sistemlerinde sık değişiklik yapılmasıdır. Sorun, yeni bir değişikliğin ne getirdiğinden ziyade, sürekli bir değişiklik yapılmasının getirdiği bir tür "yenilik yorgunluğu"dur.
Kuşkusuz yeni sistemin önemli avantajları vardır ve yapılan düzenlemeler, eğitim sistemini iyileştirme amacıyla yapılmaktadır. Tek bir sınav yerine farklı zamanlarda çok sayıda sınav yapmak, ölçümü biraz daha sağlıklı ve geçerli hale getirir. Öğrencinin hastalanması gibi insani durumlar için telafi imkânı olması önemlidir. Bütün bu avantajlar, tek sınavın öğrenciler üzerindeki baskısını zamana yayarak muhtemelen biraz azaltacaktır. Öte yandan, 12 sınavın ve ayrıca telafilerinin yapılması, öğretmenlerin yer değiştirmesi ve sınavların hazırlanması ile güvenliğinin sağlanması gibi lojistik zorlukları beraberinde getirme riskine sahiptir. MEB, olası riskleri sıfırlamak için bu çalışmaların organizasyonuna daha fazla kaynak ve personel ayırmalıdır.
Liseye geçiş ile ilgili sorunun bir diğer tarafı, liselerin sınavla öğrenci almasıyla ilişkilidir. Bu yıl itibariyle liseye yerleşen öğrencilerin yaklaşık yarısı sınavla bir liseye yerleştirilmişlerdir. Bu yerleştirme sistemi, son derece verimsizdir ve maddi/manevi açıdan son derece külfetlidir. Dolayısıyla, ortaöğretim geçiş sistemi üzerindeki baskıyı azaltmak için sınavla öğrenci alan lise sayısının azaltılmasına hâlâ ihtiyaç vardır. Ek olarak, MEB, liseler arasında kalite farklılıklarını azaltmak için çalışmalar yapmalıdır.

"Eğitim, siyaset-üstü olsun"
"Eğitim sisteminde sık değişiklik yapılıyor" ve "eğitim sistemi yapboz tahtasına dönüştü" şeklindeki yaygın eleştirinin sonucunda zaman zaman, iyi niyetle veya değil, eğitim sisteminin siyaset-üstü bir şekilde tasarlanması gerektiği dillendirilmektedir. Oysa vesayet dönemlerinden zaten alışık olduğumuz bu yaklaşım tarzı, anti-demokratik olduğu gibi, sorunun özünü kavramaktan ve çözüm sunmaktan yoksundur. Öncelikle, şunu görmek gerekmektedir ki, Türkiye eğitim sisteminin çok ciddi sorunları vardır; toplumsal ve ekonomik talepleri karşılamaktan hâlâ çok uzaktır. Dolayısıyla seçilmişlerin bu konuya duyarsız kalmaması ve toplumsal talepler temelinde iyileştirme çalışmalarında bulunmaları son derece normaldir. Burada arzu edilen, karar alıcıların yol haritasını belirlerken değişiklikleri uzun vadeli bir projeksiyon dahilinde yapmaları ve kamuoyunu ikna etmeleridir.
Temel sorun, değişikliklerin ve reformların seçilmişler eliyle yapılması değil, bu değişikliklerin uzun vadeli bir iyileştirme ve kaliteyi artırma vizyonuna sağlam bir şekilde oturtulması ve gerekli değişikliklerin küçük revizyonlar şeklinde yapılmasıdır. Bu, hem seçilmişlerin hem de sivil toplumun sorumluluğudur. Sivil toplum kuruluşları, eğitim politikalarını belirleme ve toplumsal talepleri eğitim sistemine yansıtma adına daha çok çalışma yapmalıdır. Seçilmişler ise toplumsal talepleri dikkate alarak, gittikçe daha esnek, kaliteli ve çoğulcu bir eğitim sistemine doğru geçişi hedeflemelidir. Bu hem yapılan değişikliklerin kalıcı olmasını sağlayacak hem de antidemokratik ve vesayetçi söylenmeleri anlamsızlaştıracaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA