Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ŞABAN KARDAŞ

Brüksel ziyareti ve gerçekleşmemiş temenniler

Erdoğan'ın Brüksel ziyareti, 17 Aralık sonrasında AB ile ilişkilerin ciddi bir kırılma yaşadığı varsayımlarını ve Erdoğan'ın AB tarafından sigaya çekileceği 'temennilerini' boşa çıkardı

Hükümetin 17 Aralık operasyonuna karşılık vermek üzere kullandığı siyasi tasarrufların dışarıdaki algıyı değiştirdiği, bunun neticesinde Brüksel ziyaretinde Başbakan Erdoğan'ın sigaya çekileceği yönünde bir çok argüman kullanıldı. Pek çok analiz 17 Aralık sonrasında AB ile ilişkilerin ciddi bir kırılma yaşadığı varsayımını zımnen veya açıktan kabullenmekteydi. Fakat bu tahminlerin pek çoğunun aksine, ziyaret Türkiye-AB ilişkilerinin son bir-bir buçuk yıldaki genel çerçevesini değiştirmedi; bilakis bunu güçlendirici bir rol oynadı.
Bu argümanı açmak için 17 Aralık süreci ve Başbakan Erdoğan'ın Brüksel seyahati arasında kurulan ilişkiyle, Gezi olaylarının AB ile ilişkilere yapacağı etki konusunda o zaman ileri sürülen görüşleri karşılaştırmak faydalı olabilir. 2013'ün ilk yarısında Fransa'nın 22. fasılda (bölgesel politikalar) vetosunu kaldırma kararı sonrasında ilişkilerin yeniden ivme kazanması beklenirken, Gezi olaylarında hükümetin yaklaşımı neticesinde AB'nin Türkiye'yi 'cezalandırıcı' bir tavır benimseyeceği ve sürecin yeniden canlanmasını engelleyeceği görüşleri savunulmuştu. AB'den gelen belli eleştirilere ve Almanya lideri Merkel'le bazı siyasetçilerin girdiği polemiğe rağmen 2013'ün ikinci yarısında 22. fasıl müzakerelere açılmış ve vizesiz dolaşım konusunda bir ilerleme sağlanmıştı. Benzer şekilde, son ziyaret sonrasında ortaya çıkan tabloya bakıldığında yine 'gerçekleşmemiş temenniler'le karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Ziyaret öncesi 'Başbakan Brüksel'de fırça yemeye hazırlıklı olsun' diyen bazı uzmanların sonrasında temasları başarılı bulup tebrik etmesi bu açıdan manidardır.

AB çıpası ve demokratik İnisiyatif

Fakat bizim temel argümanımız açısından bakıldığında bu iki örnekte karşımıza çıkan yapısal bir eğilim önemlidir: Son olaylardan sonra Türkiye'ye dönük eleştirilerin merkezinde, güçler ayrılığının yargı erkine yapılan müdahaleler sonucunda aşınması yatıyor. Gezi olayları neticesinde ise buna paralel biçimde eleştiriler temel özgürlükler meselesi üzerine odaklanıyordu. Türkiye, 2013 başında 22. faslın müzakerelere açılması yeniden gündeme geldiğinden beri 'yetmez ama evet' şeklinde bir yaklaşım benimsemiş ve özellikle Kürt sorununa dair çözüm süreci açısından anlamlı olan bu faslı hayata geçirmek için çaba göstermişti. Buna paralel olarak, tam da muhtevaları açısından gündemdeki iki eleştiri hattına karşılık gelen müteakip iki fasılda da (Yargı ve Temel Haklara dair 23. ve Adalet, Özgürlük ve Güvenlik temalı 24. fasıllar) derhal müzakerelerin başlatılması yönünde en üst düzeyde çağrıda bulunmuştu.
Demokratikleşme konusunda yoğun bir eleştiri alan, bu konuda Türkiye'yi uluslararası toplumdan ve Avrupa'dan uzaklaştırdığı ileri sürülen bir iktidarın tam da meselenin bam teline dokunan alanlarda üyelik sürecini canlandırıp kendisini AB normlarına ve denetimine açma arzusu ilginç bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. Maalesef tartışmalarda göz ardı edilen bu tavır, hükümetin gerek Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine gerekse de demokratikleşmenin geleceğine bakışını ortaya koyması açısından hayati önemdedir. İktidar, kendi Türkiye okuması doğrultusunda belirlediği alanlarda ve hızda demokratikleşmeyi sürdürmeyi hedeflemekte bunu da genel Avrupalılaşma çerçevesinde hayata geçirmekten sakınmamaktadır. Bunu yaparken Türkiye siyasi ve sosyal realitesi içinde, özellikle verdiği iktidar mücadelesi bağlamında, hareket etmekte ve bunun karşı tarafça kabul edilmesini beklemektedir.

AB'nin Türkiye'ye bakışı

Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğini destekleyen çevrelerin de savunduğu gibi, eğer maksat gerçekten Türkiye'nin demokratikleşmesi ise, özellikle de Türkiye bu yönde kararlılığını ortaya koymuşken, takip edilmesi gereken en mantıklı yol mesnetsiz bir şekilde dayatılan veto yanlışından dönülüp Türkiye-AB üyelik sürecinin yeniden canlandırılması olacaktır. Ancak Türkiye, AB üyelik sürecinde girilmiş olan tıkanmayı aşmaya dönük -zaman zaman AB'yi pozisyon almaya zorlayıcı- adımlar atarken, AB, ilişkilerdeki momentumu sürdürse de, girdiği derin Avrupa krizi nedeniyle, süreci hızlandıracak stratejik iradeyi ve liderliği sergile(ye)memektedir.
Avrupa'da yine de Türkiye ile üyelik sürecini sürdürme yönündeki refleksler güçlüdür. Örneğin, ilişkilerde tam anlamıyla tıkanmanın yaşandığı dönemden çıkıp 22. faslın açılmasına giden yolda rol oynayan 'pozitif gündem' bunun bir yansımasıdır. Bunun arka planında, pek çok sebep yanında, Ortadoğu'nun köklü bir dönüşüm sürecinden geçtiği bir dönemde Türkiye'nin bir partner olarak görülmesi önemli bir faktördür. Türkiye geniş bir kriz coğrafyasında siyasa üretebilen bir aktördür ve akut bölgesel sorunlarda Ankara'nın işbirliği Avrupa'nın önde gelen ülkelerince elzem addedilmektedir. Benzer şekilde, mevcut hükümet yine iç siyasette de, gerek çözüm sürecinde gerekse demokratikleşmenin devamı için, hâlâ politika üretme yeteneğine haiz en önemli aktör olarak durmaktadır. 17 Aralık operasyonu sonrasında Türkiye'nin yönetilebilirliğini sorgulamaya açma girişimlerine karşı Başbakan'ın Uzakdoğu ve Avrupa ziyaretleri bunun en açık örnekleridir.
Anlaşılan Başbakan Erdoğan, Brüksel temaslarında demokratikleşmeyi sürdürmekteki kararlılığı ve içerde karşı karşıya kaldığı realiteyi Avrupalı muhataplarına belli ölçüde anlatabilmiştir ki bazı temenniler havada kalmıştır. İlişkilerdeki mevcut tıkanmışlık sürdükçe, önümüzdeki dönemde de "Türkiye'nin AB tarafından sigaya çekilebilme ihtimalini" sevenler olacaktır, ama bunun temenniden öteye geçme ihtimali zayıftır.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA