Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Varlık ve öz

ABD'nin gelmiş geçmiş en güçlü adamı kim diye sorduklarında tereddütsüz yanıtlarım: FBI'ın (Federal Soruşturma Bürosu) kurucu Başkanı John Edgar Hoover.
O kadar güçlüydü ki Hoover, hiçbir ABD Başkanı ona dokunamadı. FBI'ın kurulduğu 1924'ten öldüğü 1972'ye kadar görevinde kaldı. 8 Başkan gelip geçti onun döneminde: John Coolidge, Herbert Hoover, Franklin D. Roosevelt, Harry Truman, Dwight Eisenhower, John F. Kennedy, Lyndon Johnson, Richard Nixon.
Hoover'ın gücü ve dokunulmazlığı, aslında kötülüğünden, can yakma yetkisinin sınırsızlığından kaynaklanıyordu. Biri bitmeden birini başlattığı cadı avlarıyla binlerce, onbinlerce insanın hayatını kararttı.
Her taşın altında bir komünist arayan Hoover'ın bir ara iki Fransız düşünür ve yazara taktığı ortaya çıktı: Jean-Paul Sartre ile Albert Camus.
Gizliliği kalkan ve "Prospect" dergisinde yayınlanan belgelere göre, Hoover, iki düşünürün başı çektiği "Varoluşçuluk" akımının aslında "Örtülü komünizm propagandası" olduğuna inanıyordu.

***

Belgelere dönelim...
Hoover, 1945'te FBI'dan özel bir ekip oluşturarak Sartre ve Camus'nün eserlerini soruşturmasını istedi.
Ekip işe koyuldu. Soruşturmaya "Varoluşçuluk" akımının ne olduğunu kavramaya çalışmakla başladı. Kitaplar açıldı:
"Varoluşçuluk, bireyin deneyimini, bu deneyimin tekilliğini ve biricikliğini, insan doğasını anlamanın temeli olarak görür. Varoluşçuluk, her şeyden önce varoluşun hep tikel ve bireysel, yani benim ya da senin veya onun varoluşu olduğunu öne sürer. Bundan dolayı, o insanı mutlak ya da sonsuz bir Töz'ün tezahürü olarak gören her türlü öğretiye, gerçekliğin Tin, Akıl, Zeka, Bilinç, İde, Ruh olarak var olduğunu öne süren idealizme karşı çıkar."

***

Ekipteki ajanlardan biri kafasını salladı: "Hiçbir şey anlamadım. Yoksa şifreli bir metin mi bu?"
Arkadaşı cevap verdi: "Benim okuduğum galiba biraz daha anlaşılır gibi..."
O da Jean-Paul Sartre'ın "Varoluşçuluk, hümanizmdir" konulu ünlü konferansının metnini çözmeye çalışıyordu:
"Varoluşçuların birleştikleri ortak nokta, 'Varoluş'un 'Öz'den önce gelmesine veya 'Kişisel' olandan başlamamız gerektiğine inanmalarıdır. Peki, bununla ne demek istiyoruz?
İmal edilmiş bir ürün düşünelim; örneğin bir kitap veya kağıt bıçağı. İnsan bu ürünün, ürüne ilişkin bir anlayışı/kavrayışı olan bir zanaatkar tarafından yapılmış olduğunu; aynı şekilde, zanaatkarların kağıt bıçağı kavramına ve bu kavramın bir parçası olan üretim tekniğine, yani temel formüle, dikkat ettiğini görecektir. Böylece, kağıt bıçağı, hem belirli bir şekilde üretilebilen bir nesnedir, hem de bir amaca hizmet eder. Çünkü kimseden ne amaca hizmet edeceğini bilmeden bir kağıt bıçağı üretmesi beklenemez. Öyleyse diyelim ki, kağıt bıçağının özü, yani üretimini ve tanımlanmasını mümkün kılan formül ve özelliklerinin tümü, varlığından sonra gelir."
O da kafasını salladı, çünkü ipin ucunu kaçırmıştı.

***

FBI ekibi Hoover'ın huzuruna çıktı: "Patron kafamız allak bullak oldu. Ne diyorlar, ne yazıyorlar; içinden çıkmak mümkün değil. Ama galiba ABD'nin güvenliği için bir tehdit oluşturmuyorlar."
Hoover bir süre ekibi süzdü. "Öyle diyorsanız öyledir" diyerek dosyayı kapattı.

***

Varoluşçular aslında "Varoluş özden önce gelir" önermesiyle, insanın beyaz bir sayfa gibi doğduğunu, sonra özgür iradesiyle o sayfayı doldurmaya başladığını, ama aldığı her kararın, attığı her adımın sadece kendisini değil tüm insanlığı etkilediğini savunuyorlardı.
Ne kadar basit, değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA