Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Ortaköy öksüz kaldı!..

Hayır mecaz anlamda söylemiyorum.. Yenilerde moda oldu, metafor diyorlar hani.. Daha mı entel olunuyor bu sözcüğü kullanınca.. "Benzetme" yetmiyor.. Mecaz'ı da eski buluyorlar herhalde.. O zaman gelsin metafor.. Ben sevmedim. Dilime de dolamadım. Neyse..
"Ortaköy öksüz kaldı" deyişim mecaz değil, sözlük anlamıyla gerçek..
Yılmaz Akar, benim sevgili, benim can dostum Ortaköy'ün, sadece Ortaköy'de yaşayanların değil, ordan gelip geçenlerin babasıydı, sözlük anlamıyla..
Ertekin, Ortaköy'ün nizamiyesinde kafeyken, yani insanın oturmaya doymadığı, bıkmadığı bir yerken, yani haftada bir değişen saçma sapan işlevlerle, en sonunda "Bar" çılgınlığını dahi denemeden önce, hemen her gün giderdim.. Hemen her gün de Yılmaz'ı orda oturur bulur, nasıl neşelenirdim..
Yılmaz keyif, Yılmaz hayat demekti çünkü..
Doyulmaz bir sohbeti vardı bir defa..
İkincisi..
Eli boş gelmezdi hiç.. Önce keyif.. Müthiş bir arşivi vardı, 40 yıllık radyo kayıtları dahil.. Bir gün bakardım, bir CD.. Zeki Müren'in Ankara Radyosu'nda yaptığı programlar.. Sunucu Zeki, söyleyen Zeki..
Bir gün Münir Nurettin.. Bir gün Fransız şansonlarının en güzelleri.. Müziği dinler sohbete dalardık.. Anılar bin Yılmaz'da, bitmez ki..
Arı Bisküvileri, Ali Sami Yen Stadı'nın yanındaki fabrikada üretilirdi. Babası Cemil Akar sahibi..
"Nasıl kokardı tüm Mecidiyeköy.. Giderken dolmuşu durdurup alasım gelirdi" dedim bir gün.. Güldü..
Fransız usta getirmiş babası, en güzel bisküviyi yapmak için. Yapmış adam.. Bir şey daha yapmış.. Fırından çıkan kokuyu yola doğru üfleyecek sistem..
"Bu kokuyu yoldan geçenler bir aldılar mı, durur, dükkana koşarlar mutlak" demiş, Fransız.. Bir de yol tarafına satış mağazası kurdurmuş..
"Senin gibi kokuyu alanlar dururdu mutlak. Fransız işi biliyor" dedi..
Bir gün en güzel Fransız peynirleri getirir, fırından yeni çıkmış simitlerle donatırdı masayı.. Bir gün Beyoğlu Hacıbekir'den artık adını unuttuğumuz şekerlemeleri toplar, sadece bize değil, gelene geçene ikram ederdi.
Ortaköy'de evsizler vardı.. Hepsine gündelik gibi para dağıtırdı..
"Bu para boğazlarına değil, şaraba gidecek biliyorum ama.." der, gene de verirdi..
Ama asıl onu mutlu eden şey, yaz geldiği zaman Ertekin'in önüne kurduğu masaydı..
Ortaköy tezgahlarını dolaşır, çocuklara oyuncak ne bulduysa bir çuval dolusu alır, gelir o masanın üzerine dizer, sonra da, gecekondulardan gelip deniz havası almak isteyen aileleriyle oradan geçen çocukları çağırır "Seçin bakalım" derdi.. O çocukların coşkuyla oyuncak seçmeleri, sonra koşarak seçtiklerini, anne babalarına göstermelerine bayılırdı Yılmaz.. Nasıl mutlu olurdu, çocukları mutlu ettiği için..
Her yaz yüzlerce, inanın yüzlerce oyuncak dağıtırdı çocuklara..
Akşam güneş batarken doğrulur " Hanım merak eder" derdi.. Ünal'la göz kırpıp şarkıya başlardık..
"Sakın geç kalma erken gel
Aman geç kalma erken gel.."
Ailesine bu kadar bağlı, eşini ve kızlarını bu kadar seven bir "Baba" daha az tanıdım..
Yedi kat yabancıların babası olan birinin kendi ailesine bağının ölçüsü olur mu?. Benimki de laf..
Hayat dolu arkadaşım, kardeşim, dostum, canım Yılmaz..
"Dönülmez"e gittiğine inanamıyorum, günlerdir.. Yaz geldi, Nice'e gittin gene.. Orda Promenade'da yürüyüşler yapacak, dönünce gene bize anlatacaksın, gibi geliyor bana hala..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA