Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Erbilgin Yalısı'nın öyküsü.. Ya da sosyal değişim!..

Modern Folk'un geçenlerdeki konserinde, gurubun bançocu hekimi Ahmet'le sohbet ederken, laf lafı açtı, ilginç bir anısını duyunca, sizlerle paylaşmak geldi içimden..
Konu meraklı çünkü..
Yaz" dedim.. Ahmet de yazdı.. Buyrun..

***

Sene 1985 ortaları, Hacettepe'den 4 öğretim üyesi, Elmadağ Pastör Fransız Hastanesi'nde bir diş polikliniği kurmaya karar veriyoruz.
Şimdilerde konut ve rezidans haline getirilen bu tarihi bina 1719'da, Osmanlı hanedanı ve limana gelen ecnebilerin tedavisi için II. Abdülhamit tarafından Fransızlara hastane kurma şartı ile bağışlanmış. İçinde bir şapel'i ile Lozan anlaşması kapsamında, amacı dışında kullanılamaz olmasına rağmen, 1991 Özal döneminde satılmış.
Konumuz, eski defterleri açmak değil...
Kliniği açtığımız günlerde, tavsiye üzerine başvuran mütevazı görünümlü beyefendi, implant yapmamızı istiyordu. O yıllarda, adı dahi bilinmeyen bu uygulamalara Hacettepe'de 1970'lerde başlamışız.
İmplantlarını uygulayıp, protezlerini takarak hastayı sağlığına kavuşturuyoruz.
(Hıncal'ın notu.. İmplant diş ekmek gibi bir şey..)
1-2 yıl sonra, hasta rutin kontrol için Amerika'daki bir kalp merkezine gidiyor.
Check-up'larda ağzındaki implantları tespit ediliyor. Amerika'da ne zaman yaptırdığını soruyorlar. O da, "Türkiye'de 2 yıl önce" deyince, pek inanmıyorlar. Konsültasyona gelen diş asistanı, röntgenleri görünce, bunu bizim Ahmet Abi mi yaptı diyor? Beyefendi ülkeye dönünce, "Doktor, seni Amerika'da dahi tanıyorlar" dedi....
Sonra konu anlaşılıyor ki, güzel bir tesadüf, benim Hacettepe'den Amerika'ya giden bir asistanım görmüş... Ancak esas ilginci, beyefendi kontrol için beklerken gelen bir telefona kulak misafiri oluyor;
- Siz kıyıya çekip zehirlisini vurun, boya rengi için ben uğrarım!...
Biraz şifreli ve ancak bilene bir şeyler ifade eden bu konuşmam, beyefendinin de dikkatini çekiyor, "Hayırdır doktor, bir teknen var galiba?"
O yıllarda Ankara'dan İstanbul'a gelenlerin merakı işte... 6.5 metrelik bir tekne almışız, hafta sonları Boğaz'da geziniyoruz ...
"Ne uğraşıyorsun, bizim fakirhanede ben de bir sandal yaptırıyorum, marangoz da var, boyacı da, seninkini de hallederler arada" diyor...
Bir akşamüstü gene aradı. "Geliyorsun değil mi ?.. Bir acı kahvemi de içersin, biz de seni ağırlamış oluruz" dedi.. "Yerim basit, senin teknenin 150 metre ilerisi, İstinye'den Yeniköy'e giderken, sağda, pembe duvar, Erbilgin yazıyor kapısında..."
Bulmakta zorlanmıyorum, ancak arabayla gitmeme rağmen, pembe duvar bitmek bilmiyor. Sonra sokak, duvar devamla denizde bitiyor. Ufak bir kapı ve Erbilgin Yalısı yazılı...
Duvarlar arkası bir saray, denize bakan müştemilatta kahveleri içerken Müfid Bey... "Arhavi'de doğmuşum, sonrası teknik üniversite, zorluklarla geçen yıllar, mesleğe atılış, ihaleler, havaalanları, barajların inşası... Namusumuzla kazandık, vergilerimizi ödedik. Gençliğimde hep, Boğaz'da oturup, denizi seyretmeyi hayal ederdim.
1985'lerde burayı Mısırlılardan satın aldım.
3 oğlum var, inşallah evlenirlerse, torun toprak tüm aile burada yaşamak istiyoruz.."
Restorasyonu devam eden yalıyı geziyoruz.
Rıhtımı Boğazın en uzun ikincisi, 3 bin metre kare alanı ise Dolmabahçe'den sonraki en büyüğü, 64 odası var. 1880'lerde sarraf Varki Vartaks önce ahşap olarak inşa ettirmiş. Sonra 1911'de 2. Abdülhamit oğlu Burhanettin Efendi'ye burayı almış, 1923'de ise Mısırlı Ahmet İhsan Efendi sahibi olmuş.
Arkasındaki koruluk, yardımcı ve hizmetliler için yapılar içeriyor. Ancak Yeniköy yolu geçince istimlâke uğramış, bağlantı köprüsü yıkılarak, koru ve 2 villa yolun diğer tarafında kalmış. Tavanlarda altın varaklı kartonpiyer ve süslemeler, üst kattan ana salona inen kristal küpeşteli basamaklar, zemin katta büyük bir mutfak, kayıkhanedeki yüzme havuzu ile ihtişamlı bir saray yavrusu.. Müfid Erbilgin mütevazı, esprili ve yaratıcı bir zekâ, ilginç fikirleri var... "Doktor, gel sana şu 2 projemi de göstereyim" diyor... Yalıdaki bir odaya kurulmuş makete yöneliyoruz... "Biliyorsun Haliç, yeterince denize akamadığından, yok olup, kokuşuyor.
Büyükdere'den 2-3 km'lik kanalla Haliç'in başlangıcına ulaşılıyor ve Boğaz'a alternatif bir su yolu oluşturuluyor. Böylece İstanbul'un Avrupa yakası bir ada haline dönüşüyor, adeta New-York Manhattan.
2 yanına yeni yerleşim alanları, villalar ve temiz bir Haliç, düşük tonajlı gemilere de geçiş imkânı..."
30 yıl önce bana bunu gösterdiğinde, kimse Boğaz için bir alternatif kanal önermiyordu...
Diğeri ise, Rumeli Hisarı yanına onun benzeri bir "Döner otel" inşası... Tekerlekler üzeri dönen binanın her odası, 24 saatte Boğaz'dan nasibini alıyor...
Sevgili Müfid Bey'le uzun yıllar beraber olduk..
Sonraları Ankara'da yaşar oldu, yalıya ancak 1-2 ay geliyorlardı. 10 yıl kadar önce bir gün beni aradı... "Doktor, çevren vardır, çocuklar, torunlar İstanbul'da oturmak istemiyor, yalıyı satmayı düşünüyoruz..."
Gayrimenkul danışmanımız Ünal Özüak ve halkla ilişkiler üstadı rahmetli Cüneyt Koryürek ağabeyimize haber saldık. 1 ay kadar sonra, Suudi Arabistan kral ailesinden 100 milyon dolara teklif geldi. Ama onca emek ve bir ömür boyu oluşturduğu hayallerine kıyamadı, satmaktan vazgeçtiler...
Geçenlerde gazetede okudum, yalı 100 milyon euroya Katarlılara gitmiş... İyi para, en zengini için bile cazip bir fiyat.
Yalının satıldığı haberi beni derin düşüncelere taşıdı..
Günümüz modern yaşantısında artık eski adet ve gelenekler giderek yok oluyor. Eskilerin konak veya büyük evde, geniş bir aile beraber yaşama kültürü, giderek yok oluyor.
Oysa zor ve streslerle dolu günümüz yaşamında asıl birbirimize yaslanmaya ihtiyacımız var... Neyse, bizimki de, zenginin malı, züğürdün çenesini yorar, hesabı olabilir.
Ne diyelim?.
Yeni sahiplerine hayırlı olsun!.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA