Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Yardımlaşma tamam.. Ama asıl dayanışma!..

Cumhurbaşkanımız iki gün önce konuşmuş, insanlara kendilerini iyi hissettiren açıklamalar yapmış, en kötümserlere bile "Eski günlere dönüyoruz" umudu vermişti..
Dün sabah gazetemizi aldım ki, eski günlere dönmüşüz bile..
Birlik, beraberlik, dayanışma bitmiş.. Savaş açmışız.. Kime?. Muhalefete..
Yahu biraz izin verin de az nefes alalım.. Biraz Başkan'ın verdiği o iyimser havayı doya doya içimize çekelim, sonra gene kapışırız ne olur!.
Koca gazeteden Haşo'nun satırlarını cımbızla seçtim..

"Henüz yaşadıklarımızın sersemliği içindeyiz, pek farkında değiliz... Hala eski kavgalar, küçük hesaplar peşindeyiz.. Fakat çok sert ve yeni bir çağ geliyor.
Bunu bilelim."

*

Kız kardeşim Serpil eskilerin "Kıssadan hisse" dedikleri türden bir yazı göndermişti bana, korona günleri için yazılmış sanki.. "Kıssa, kısa hikaye" demek.. "Hisse de, ders.."
Kıssayı anlatan, "Hisse"yi çıkarmayı bize bırakmamış. Onu da ardına eklemiş..
"Tam sırası" dedim.
Buyrun size kıssa ve hisse!.

*

Yıllar sonra doğduğu köyü ziyaret etmek için arabası ile yola çıkan adam bir anda arabasını tarlaların arasında bir yerlerde çamura saplanmış bir halde buldu. Araba ne ileri ne de geri gidiyor, lastikler patinaj yapıyordu.
Bir süre direksiyon, gaz ve vitesle uğraştı durdu, sonra da yakında görünen bir çiftliğe yürüyerek gidip yardım istemeye karar verdi Çiftlikte bulduğu yaşlı köylü adamı dinledi, arabanın saplandığı yere baktı, sonra da "Yaşlı Warwick halleder" diye mırıldanıp çiftliğin ahırına doğru yürümeye başladı.
Adam Warwick'in kim olduğunu düşünerek takip ettiği yaşlı köylünün ahırdan yaşlı ve kör bir katırı çıkardığını şaşkınlıkla gördü.
Warwick bir şehrin adıdır ve batıda çiftlik hayvanlarına sevilen insanların ve şehirlerin isimlerini vermek garip değildir. (Kilis kırsalında dedemin büyük bir meyve bahçesi vardı. Yazın pazar günleri ailecek giderdik. Bir defasında dünya şirini bir sıpanın bahçe nüfusuna katıldığını gördük.. Babam hemen "Aydo" koydu adını.. Paşa Dayımın kızı Aydoğan, biz çocukların en sevilen ablasıydı, böylesi dahil her şakayı kaldır- dığı için. İki Aydo'nun birlikte çekilmiş o eski siyah beyaz resmi, hala salonumun en görünen yerinde durur.) Çiftçi bir balya da kalın halatı yüklendi ve arabanın yanına katır, çiftçi ve kazazede birlikte gittiler. Yolda adam çiftçinin elinde kamçı olmadığını fark etti ve şaşırdı.
Arabanın yanına geldiklerinde çiftçi halatın bir ucunu arabanın tamponuna diğer ucunu da Warwick' in koşumlarına bağladıktan sonra da bağırmaya başladı.. "Hadi Jack, hadi Ted, ha gayret Fred! Haydi davran Warwick!" Yaşlı katır ismini duyduğu anda büyük bir gayretle ileri atıldı ve arabayı saplandığı çamurdan çekti çıkardı. Adam çelimsiz yaşlı katırın gücüne şaşkınlıkla baktı sonra da köylüye teşekkür etti ve sordu..
"Neden Warwick'in ismini söylemeden önce o kadar isim saydın?" Köylü güldü..
"Warwick'in kör olduğunu görmedin mi?" dedi.."Kendisini bir takımın parçası hissedince Warwick hep daha başarılı olur.
Eğer kör olmasa idi çamura gömülmüş arabayı asla yalnız başına çıkaramayacağını düşünür, asılmazdı bile..
Bu kadar ismi sıraladığım zaman kendisi ile birlikte çalışan bir kaç katır daha olduğunu sandı, coştu ve üstüne düşeni yapmak için olanca gayretiyle asıldı ve başardı."
........
Öyküde biri aritmetik öbürü geometrik olarak fayda arttıran iki kavram görüyoruz..
"Yardım" ve "Dayanışma!." Bu öyküde dayanışma fiilen yok ama ruhu, düşüncesi bile yeterli olmuş.
Dünyada ve Latin Amerika'da "Vicdanın sesi" olarak nitelendirilen yazar Eduardo Galeano ne güzel özetlemiş:
"Ben 'Yardım'a pek inanmam. 'Dayanışma'ya inanırım. Yardım çok dikey yukarıdan aşağı doğru bakan bir ilişkidir. Dayanışma ise yataydır..
Ötekine saygıyı ifade eder ve ondan öğreneceğin şeyler olduğunu hissettirir. (Dr. Ahmet Kurtaran'ın iki gün evvelki, "Yatay/ Tanrı- İnsan ve Dikey/ İnsan- İnsan ilişkileri" yazısını hatırladınız mı?) Yardımlaşmanın olmadığı bir dünya cehennem gibi olurdu. Ama dayanışmanın - hele 'öteki' ile birlikte yapılabilirse- olduğu bir dünya cennet olur.
Bunun için de kafayı değiştirmek gerekiyor.
Sizin gibi düşünen ve davrananlarla tabii ki dayanışma kolaydır. Ama sizin gibi düşünmeyen 'Sizden olmayanlarla ortak hedef ve üslubu yakalayıp dayanışmayı yaratabilirseniz' o zaman doğacak fayda eşsiz olur.
Dayanışmayı yaratabilmek, en büyük mücadelelerin kazananı olmaktan bile daha değerlidir.
Aslında bu öyküde Warwick, hiç kamçı kullanma düşünülmeden tamamen diplomatik bir maharetle başaracağına 'ikna' edilmiş.
Ben diplomatların kazandıkları barışın, orduların kazandığı savaşlardan daha faydalı ve kalıcı olduğuna inanan azınlıktanım."

***


Bir muhteşem Nazım!..

Hâlâ izlemediyseniz, hemen YouTube'a girin.
"İKSV Nazım'a Armağan" yazın ve karşınıza çıkan 1 saat 39 dakikalık gösteriyi tıklayın.. Hele telefon, tablet ve bilgisayarınızı TV ekranına bağlayabiliyorsanız, hayatınızın en güzel 1.5 saatlerinden birini geçirmeye hazır olun..
Bir zamanlar, dünyanın hayran olduğu, en ünlü starların "Böyle bir mekanda gösteri yapmadık" dedikleri Rumeli Hisarı Tiyatromuz vardı. Orda her yaz bir de Uluslararası Tiyatro Festivali yapılırdı.
2002 Nazım'ın doğumunun 100. yılıydı. O sene açılış, işte bu izleyeceğiniz "Nazım'a Armağan" ile yapıldı.
Genco Erkal'ın baş yapıtlarından biri. Fikir onun.
Nazım'ın hayatını şiirleriyle anlatan senaryo onun. Sahneye koyan ve Nazım'ı oynayan da Genco..
...Ve bir de Kadınlar Korosu var ki, efsane..
Başta Büyük Yıldız!.. Yıldız Kenter.. Zeliha Berksoy, Tilbe Saran, Zuhal Olcay, Ayla Algan, Julide Kural, Sema Moritz, Işık Yenersu..
Böyle bir kadroyu Türk Tiyatro Tarihi gördü mü?.
Bir de kendi koreografisi ile harikalar yaratan Zeynep Tanbay..
Müzikleri, Selim Atakan düzenlemiş. Orijinal Yeni Türkü'yü kuranlardan sevgili arkadaşım..
Tüm koronun Zeynep'in enfes koreografisiyle dan ederek seslendirdiği bir "Karlı Kayın Ormanı" sahnesi var ki..
Yoo.. Yoo.. Burada keseyim, siz seyredin en iyisi..
Keşke ben de seyretmeseydim de sizlerle birlikte "İlk defa seyretme"nin hazzını bir daha yaşasaydım.

***


Bunlar ne büyük ödüller!..

Gazetecilik hayatımda almadığım ödül kalmadı.. Öyle ki, "Artık bana ödül vermeyin.
Gençleri seçin. Gençleri teşvik edin.. Bu gazeteleri onlara teslim edeceğiz" diye kaç defa yazdım..
Ama ödüllerim devam ediyor.. Hem de en büyükleriyle.. Sizlerden gelen ödüller onlar..
İşte geçen haftamı aydınlatan ikisi..

*

Bu Kütahya'dan..

"Çok kıymetli Duayen Gazeteci Büyüğümüz Hıncal Uluç Beyefendi, 'İçinizdeki çocuk' için göndermiş olduğumuz porselen takımı, gerçekten çocukluğunuz ile özdeşleştirdiğiniz, kullandığınız ve köşenizde bize yer verdiğiniz için sonsuz teşekkür ederiz.
Rahmetli dostumuz, akrabamız Sıtkı ustanın belki de bize bıraktığı en güzel miras sizin ile olan dostluğumuz oldu.
Bu nedenle kendisini minnetle ve rahmetle anıyorum.
Bundan tam 20 yıl önce gelmiş olduğunuz Kütahya'daki evimizde, yine size annenizi hatırlatan biber aşını yemiştik, annemin lezzetli ellerinden.
Şimdi o bahçedeki fidanlar büyüdü, kocaman bir ağaç oldu ve bu geçen sürede ben de 20 yıllık aşçı oldum.
Eğer yeniden bizleri şereflendirirseniz, sizlere Kütahya'nın olağanüstü lezzetlerini tekrar kendi ellerimle yapmak ve sizden not almak isterim.
Başta annem ve babam olmak üzere, tüm ailemin ve elbette ki Kütanya Porselen'de bulunan çalışma arkadaşlarımın teşekkür ve saygılarını iletiyor, bu vesileyle hayırlı Ramazanlar diliyorum.
Size Kütahya'nın Ramazan lezzetleri arasında bulunan Bitli Helva ve Paşa Helvasını göndermekten mutluluk duyuyorum.
Saygılarımla,
Sema Güral Sürmeli"

*

Yerel helva isimlerine bakar mısınız?. Ve de zıtlığa.. Biri "Bitli.." Öteki "Paşa.."
Ben ikisinden de bir parçayı ağzıma attım ve "Bitli Paşa" yaptım, Sema..
Çok çok teşekkürler..

*

Bu da İzmir'den..
"Sevgili Hıncal Ağabey, merhaba.
Evlerimize güneşi getiren, şu dönemde egemen olan karamsarlığı dağıtan güzel yazılarınız için teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. Sağlık ve mutluluk dolu güzel günlerde görüşmek dileğiyle esen kalın.
Hakan Atis"

*


Yazılarındaki amacın hissedilmesi kadar büyük ödül olur mu bir yazara.. Ben teşekkür ederim, Hakan!.

***


Tebessüm
Uçağın içinde beklemekten patlayan yolculara, hostes anons yaptı.
"Sayın Yolcular,
Pilotlarımızı bekliyoruz. Gelir gelmez, kalkacağız."
Tüm yolcular pencerelerden baktılar.. Az sonra iki pilotun yaklaştığını gördüler. İkisi de, körler için eğitilmiş iki klavuz köpeğini tasmasından tutuyordu.
Kabinde mırıldanmalar başladı.. Çoğunluk "Kızdığımızı biliyor ve şaka yapıyorlar" diye düşündü.
Pilotlar bindi. Uçak hareket etti. Pist başına geldi.
Kalkış için hızlanmaya başladı.. Pistin sonuna metreler kalmıştı ki, pencereden bakan bütün yolcular canhıraş çığlıklar atmaya başladılar. Ama uçak tam pist biterken havalandı. Yolcular sakinleşti.. "Tamam da, biraz eşek şakasıydı" dediler, birbirlerine.
Kokpitte, kaptan pilot, yardımcı pilota döndü ve "Biliyor musun George" dedi, "Bir gün o çığlık atanlar geç kalacaklar ve hepimiz güm.."

Sevdiğim Laflar
"Doğduğunuz andan ölene kadar hayatımız sürekli bir yolculuktur. Manzara değişir, insanlar değişir, ihtiyaçlar değişir ama tren hep ileri gider. Hayat bir trendir, tren istasyonu değil."
Paulo Coelho

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA