Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Galatasaray Lisesi kurucusu Gül Baba’nın Budapeşte’deki Türbesi iki ödül kazandı!..

Kıymetli dostum, kültür ve sanat adamı (Eski Devlet Operası Genek Müdürü, şimdi Emek Kültür Merkezi Genel Yönetmeni) Remzi Buharalı aradı ve hele bugünler için çok önemli, çok güzel şeyler söyledi..
Anlattıklarına bayıldım. Yıllar önce Budapeşte'ye gittiğimde, kaldığımız otelin az ilerisindeki Gül Baba Türbesi'ne gitmek ilk işim olmuştu. Nasıl gitmem..
Gül Baba, ülkemizin gururu, Batı'ya açılan ilk penceresi, bugüne dek nice efsaneler yetiştiren Galatasaray Lisesi'ni II. Bayezid devrinde kuran adamdı.
Türbe son yıllarda Türk/ Macar işbirliği ile elden geçiriliyordu. Duymuştum.
Buharalı dostum, müjdeyi işte ordan verdi.

Macaristan'ın başkenti Budapeşte'deki Gül Baba Türbesi'nin son görünüşü...

Macaristan'ın başkentinde, Avrupa'nın en kuzeyindeki Osmanlı dönemi eseri olma özelliği taşıyan bu türbe, Uluslararası Gayrimenkul Federasyonu'nun tüm dünyadan en prestijli projeleri değerlendirdiği "2020 Prix d'Excellence/ Mükemmeliyet" yarışmasında iki "Mükemmeliyet ödülü" birden kazanmıştı.
2018 yılında Türk ve Macar devletlerinin iş birliği ile tamamen yenilenen anıt, Kamu Binaları Kategorisi'nde altın, Kültürel Mirası Koruma Kategorisi'nde ise gümüş ödülün sahibi oldu.
Türk ve Macar hükümetlerinin katkılarıyla 2018 yılında restorasyonu tamamlanarak halkın ve turistlerin ziyaretine açılan Gül Baba Türbesi Budapeşte'deki önemli turistik merkezlerden biri..
Aynı yarışmada iki farklı ödüle layık görülmesi, anıtın restorasyonunun uluslararası önemine vurgu yapıyor.
Buharalı dostum, Gül Baba Türbesi Mirasını Koruma Vakfı Başkanı Adnan Polat' la da konuşmuş.

Adnan Polat, Gül Baba Türbesi'nde..

Galatasaray Eski Başkanlarından Polat demiş ki..
"Gül Baba Türbesi'nin böyle uluslararası ve önemli bir platformda aynı anda iki ödül birden kazanması bizleri çok gururlandırdı ve onurlandırdı. Bu gurur ve onur, bu tarihi eserin restorasyonunu yapan, geçmişleriyle, değerleriyle, geleceğe bakışlarıyla pek çok ortak noktaya sahip iki kültür, iki ülke olan Macar ve Türk hükümetlerinin ortak başarısıdır. Gül Baba Türbesi Mirasını Koruma Vakfı olarak, Türk-Macar dostluğunun en kalıcı simgelerinden biri olan bu Türbe'yi Macaristan'ın kültürel yaşamında önemli, ziyaret edilebilir kültürel mekanlarından biri haline getirmek en büyük amacımız." Seçimi yapan jürinin değerlendirmesi de şöyle..
"Proje sadece türbe binasının kendisini ve yakın çevresini yenilemekle kalmayıp aynı zamanda mimari ve peyzaj mimarisini de birleştiren bütünsel yaklaşımı sayesinde, tüm kompleks yeni bir görünüme sahip olmuş ve geçmişte büyük ölçüde ihmal edilen çevredeki sokakların da yenilenmesini sağlamıştır." Remzi Buharalı dostum, daha sonra Vakıf ve Gül Baba hakkında bilgiler ulaştırdı bana..
Onlara da göz atalım.
Gül Baba, Osmanlı Padişahlarıyla Avrupa'ya gerçekleştirilen seferler sırasında Osmanlı ordusuna eşlik eden bir Bektaşî dervişidir.
Adında yer alan "Gül" terimi, Gül Baba'nın Allah'ı derin ve aşkın bir şekilde tanıyan bir derviş olduğunu ve zamanının tasavvuf geleneklerine dayanan manevi bir rütbeyi işaret etmektedir.
Gül Baba, 1541 yılında Kanûnî Sultan Süleyman ile Budin'e gelmiştir.
Efsaneye göre, 2 Eylül 1541 tarihinde şehrin fethi onuruna düzenlenen Şükran Günü'nde vefat ettiğine inanılmaktadır.
Padişah, saygı duyulan dervişin cenazesine katılmış ve Gül Baba'yı şehrin koruyucu azizi olarak ilan etmiştir. Gül Baba'nın kabrinin üzerine türbeyi, 1543-1548 yılları arasında 3. Budin Beylerbeyi inşa ettirmiştir.
Gül Baba'nın sahip olduğu değere sahip çıkmak, türbeyi geleceğe taşımak ve dünyaya tanıtmak, iki ülke arasındaki tarihi değerlere sahip çıkarak kültürel ve sosyal yaşama katkıda bulunmak amacıyla "Gül Baba Türbesi Tarihi Mirasını Koruma Vakfı" kuruldu.
Macaristan Hükümeti Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olan Vakfın Başkanlığı'na aynı zamanda Türkiye - Macaristan İş Konseyi Başkanı olan Adnan Polat getirildi.

***


Mehter ve Alla Turca

Çocuk ve ilk gençlik yıllarımızda Uluç ailesini radyo başında toplayan programların başında "Kahramanlar Geçiyor" gelirdi. Üstat Tarihçi Yazar Feridun Fazıl Türbentçi, Türk tarihinden, genelde de Osmanlı döneminden yaşanmış kahramanlık öykülerini kaleme alır, aslında Danıştay Üyesi Adil Kürşad da, fevkalade etkili sesiyle öyle anlatırdı ki, ailecek gururla, heyecanla dinlerdik. Öykü hep "..Ve Mehter cenk davulunu çalardı" diye biterken, Mehter Marşı yavaştan yükselerek odamıza yayılır ve bizi coştururdu.
Mehteri çocukluktan itibaren sevmemizin sebebi odur.
Geçenlerde, bana sorarsanız, en kaliteli Türk Gazetesi Daily Sabah'ta Mehter üzerine bir yazı okudum. Genel Yayın Müdürü İbrahim Altay kardeşimi aradım ve hemen Türkçesini istedim. Yolladı.
İşte o yazıdan genel bölümler..

*

17. asır Avrupası'nda Türk modası sanat hayatının bütün alanlarında kendini gösteriyordu.
Sanatın en canlı formlarından biri olan müzikte de bu cereyanın bariz etkileri görülür.

Türk modası yayılırken Avrupalıların en çok ilgisini çeken şeylerden biri de Osmanlı askeri bandosu olan mehter olmuştur. Batılı müzisyenler mehteri dinleyerek etkilenmiş ve bu etki İtalyanca Türk stili demek olan "Alla Turca" müziğin ortaya çıkmasına katkı yapmıştır.
18. yüzyıla kadar konularını Türklere dair hadiselerden alan yüz elliye yakın opera ve bale eseri yazılmıştır.
Türklerde Osmanlılardan önce de askeri bando hükümdarlık alametlerindendi. Bunun için hükümdarın bulunduğu yerde davul gibi çeşitli müzik aletleri bulunur, günün belli vakitlerinde, gerekli durumlarda "nevbet vurmak" diye tabir edilen konserler icra edilirdi.
Nitekim Anadolu Selçuklu Sultanı III.
Alâeddin Keykubad, Osman Gâzi'ye beylik alâmeti olarak sancakla beraber davul ve tuğ göndermişti.
Bu mızıka takımı, sulh zamanı sarayda, seferde padişah çadırı önünde konser verir; padişah da Selçuklu sultanına hürmeten ayakta dinlerdi.
Fatih Sultan Mehmed "İki yüzyıl önce vefat etmiş bir sultan için artık ayağa kalkmak lüzumsuzdur" diyerek bu âdeti terketti.

Yaklaşan korku
Mehterin esas işi savaşa hazırlıkta ve savaş meydanlarındaydı. Savaşta askerleri hareketlendirir, cesaretlendirir, nöbetlerde uyanık kalmalarını sağlar, düşmanlara da korku salardı.
Düşman topraklarına girildiği andan itibaren mehter daha yoğun çalınır, ovalar dağlar köslerin, zillerin sesi ile dolardı. Böylece düşman üzerinde daha karşılaşmadan evvel ezici bir hava estirilirdi.
Seferde ve savaşta müziğin icra edildiği pek çok an vardı. Bir kalenin veya şehrin fethinin müjdesi için kale burcuna dikilen sancakla beraber mehter de çalınırdı. Kaleler kuşatıldığında, kalenin düşürülmesi için belirli aralıklar ile saldırılar düzenlenir, askerin tekrar toparlanması için ayrı, mola verildiğinde ayrı makamlar vurulurdu.
Bütün besteler askerin fiziksel ve ruhsal durumunu kontrol etme amacı taşırdı. Ritimler askere cesaret düşmana korku aşılaması üzerine bina edilmişti. Sadece askerler üzerindeki tesiri değil bir de hayvanların üzerindeki tesiri göz önüne alınıyordu. Türkler bazı ezgilerin hayvanları savaşta daha verimli hale getirdiğini farketmişti.
Atlar mehter sesi ile daha da canlanıyor ve tıpkı bir asker gibi korkusuzlaşıp şaha kalkarak düşman üstüne gidiyordu. Böyle ileri atılan atların sahiplerinin mahmuzlarını bile hissetmediği bilinmekteydi.
Savaşta zaten binlerce kişinin naraları, at kişnemeleri, kılıç sesleri tarifi, olmayan korkunç bir çığlık halini alır. Bu korkunç sese bir de mehter eklenince düşman cephesine salınan korku katlanırdı.
Pek çok Batılı tarihçi davul, kös, nakkare, zurna sesi ile at, insan ve bayrakların çıkardıkları seslerin korkunç ve insanın ödünü kopartacak güçte olduğunu kaydeder.

Korkudan sanata
2. Viyana kuşatmasından sonra korku yerini meraka ve hayranlığa bıraktı. Alman bestekar Richard Wagner, Mehteri dinlediğinde "İşte müzik diye buna derler" demekten kendisini alamamıştı.
Avrupalılar, Mehter Müziği'nin yüksek sesli ezgilerinin oluşturduğu heybet ve ihtişamı uzun süre unutamadılar. Avrupa askeri müziği 1700'lere kadar ekseriyetle üfleme çalgılarından oluşuyordu. Mehterin tesiriyle vurmalı çalgılar ve mehterdeki bazı temel ritimler alınmaya başladı.
"Türk" adını müzikte duyuran besteci Mozart oldu. Osmanlı elçileriyle Viyana'ya gelen Türk Mehter birliklerini dinleyerek etkilenmişti.
Buradan aldığı ilhamla 'Alla Turca' stilinde piyano sonatı, konçerto ve opera yazacaktır.
Operalarında şarkın sihirli masallarına yer veren Mozart, Mehterin tesiriyle eserlerine daha çok vurmalı çalgıları ekliyor, kendi anlayışına göre bir "Avrupai Türk Müziği" oluşturuyordu.
Bu sayede dinleyenleri klasik Batı müziğinin havasından çıkararak egzotik bir atmosfere çekip götürmüştür.
Paris'te 1778'de yazdığı 11 no'lu la major piyano sonatının (K.331) son bölümü "Rondo- Alla Turca / Türk Marşı" ve 1782'de yazdığı 'Die Entführung aus dem Serail' (Saraydan Kız Kaçırma) Operası bu stildeki en meşhur eserlerindendir.
Ayrıca başka operalarında da Türk Müziği motifleri görülür.
C. W. Gluck, M. Haydn, J. Haydn, Ernst von Weber, Gioacchino Rossini, Franz Peter Schubert ve Beethoven Alla Turca eser oluşturan meşhur bestekarların başında gelirler.
Bu bestelerde, mehterin vurmalı çalgılarını yansıtmaya çalışan zilli şıngırtılı ve gürleyen bas akorlar dikkat çeker.

Yok oluş ve ihya
Ordunun en mühim birimlerinden olan mehter takımı Yeniçeri Ocağı'na bağlı bir teşkilattı.
1826'da Sultan II. Mahmud Yeniçeri Ocağı'nı kaldırınca mehter teşkilatı da ortadan kalktı.
Bunun yerine modern askeri bando kuruldu.
20. yüzyılın başında dönemin önemli sanat tarihçilerinden Celal Esad bey (Arseven) Mehterhaneyi tekrar kurdu. Askeri Müze Müdürü Ahmed Muhtar Paşa da bu girişime destek verdi.
Araştırmalar neticesinde oluşturulan repertuvarla verilen ilk konserin tarihi 1911'dir.
1952 senesine gelindiğinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar Londra'da gördüğü İskoç tarihî gayda bandosuna hayran kalınca Genelkurmay Başkanı'na böyle nostaljik bir bando kurulabileceği yönünde görüş bildirdi. Askeri müzenin de kurucusu olan sanat tarihçisi İbrahim Hakkı Konyalı bu süreçte üstlendiği rolü şöyle anlatır:
"...Genelkurmay Başkanı Org. Nuri Yamut ve Gn. Atnos'la uzun bir konuşmadan sonra mehterin ve tarihi birliğin kurulmasını kabul ettirdim. Mehteri ve tarihi birliği asıllarına uygun bir şekilde kurdum. Mehter Osmanlı Devleti'nin kuruluşu esnasında Kara Osman Bey'e Selçuklu hükümdarı tarafından istiklal fermanı ile beraber verilmiştir. Mehter, istiklalin sembollerinden, şiarlarındandır."
1952'de Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Mehterhane kuruldu.
Bugün hâlâ devam eden Mehter dünyanın pek çok ülkesini geziyor. Rusya'da Kızıl Ordu Korosu ile bile birlikte konserler vermiştir.
İstanbul Harbiye Askeri Müzesi'nde pazartesi ve salı günleri dışında, hafta sonları da dahil her gün konser verilmekte, dinleyenleri asırlar öncesine sürüklemektedir.

***


Tebessüm
Patron, verdiği işi bitirmesi gereken elemanını sabahtan beri arıyordu. Nihayet öğle paydosunda, bir köşede yemek yerken buldu ve öfkeyle bağırdı. "Hangi cehennemdesin?. Sabahtan beri seni aradım, bir türlü bulamadım.."
"İyi elemanı bulmak her zaman zordur, patron" dedi, genç adam.

Sevdiğim Laflar
"Bu dünyadan özgür bir adam olarak gitmek kadar büyük bir zafer yoktur." Spartacus (Köle Savaşları Lideri Romalı Gladyatör)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA