Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Türk keçe sanatı dünyada canlanıyor!..

Daily Sabah'ı okumaya bayılıyorum ya.. Hele de kültür-sanat sayfalarındaki İrem Yaşar yazılarına.. Bu defa "Ergül Okan, Türk keçe sanatını yurt dışına tanıtıyor" diye yazmış.. Yani Güneydoğu ve Doğu'da geçen çocukluğumdan hatırımda kalmış, keçe lafı.. Sonra da Keçecizadeler'i öğrenmişim mektepte.. Tarihte, edebiyatta, tasavvufta ne Keçeci aileleri vardı..
Keçe işte.. Yünden yapılan kalın, bazen boyalı bir bez işte..
Öyle değilmiş meğer.. Bu sütunlardan artık tanımış olmanız gerek.. İrem Yaşar kardeşim o kadar güzel yazmış ki, keçenin hem de nasıl bir sanat olduğunu, tam da uzmanıyla konuşup bir nefeste okudum.. Sonra aradım, rica ettim.. "Bunu bir de Türkçe yaz, bizim okurun da haberi olsun" dedim..
Hem de resimleriyle geldi yazı..
Buyurun, bugün tüm dünyada alıcı bulan, çağdaş keçe sanatımız..

***

Tarihin en eski el sanatlarından biri olan "keçe" Türk kültüründe de uzun bir geçmişe sahip. Keçe sanatının en eski örnekleri Orta Asya'daki Pazırık mezarlarında bulunuyor ve milattan önce dördüncü veya beşinci yüzyıla tarihlenen bu ürünler eski Türk toplumlarının dokumada ne kadar ustalaştığının kanıtı niteliğinde.
Keçe, Göktürkler'den Osmanlı'ya değin çadırlardan dekoratif süslemelere, halılardan börklere, kepeneklere kadar birçok farklı alanda kullanılmış.
Kullanıldığı alanlar zaman içerisinde çeşitlenmeye başlasa da diğer geleneksel sanatlar gibi keçe yapımı da teknolojik gelişmeler nedeniyle popülerliğini yitirmeye başladı. Ama Arif Cön ve Mehmet Girgiç gibi yetenekli ustalar yıllardır bu sanatı devam ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.



Ancak keçe sanatının hem de uluslararası yaşatılmasına katkıda bulunan çağdaş sanatçılarımız da var. Bunlardan biri de Ergül Okan.
Ergül Hanım, resimden aksesuvara, dekoratif ürünlerden giyime çeşit çeşit keçe eserleri üretiyor ve bunları sadece Türkiye'ye değil, tüm dünyaya yayıyor...
Sanatçı, bizlere keçe sanatındaki yolculuğunu anlattı..
Her zaman sanatla iç içe olduğunu söyleyen Okan, 90'lı yıllarda okumak için Amerika'ya gitmiş. Burada bir süre özel bir turizm şirketinde orta kademe yönetici olarak çalışan Ergül Hanım, sanat ile ilgilenme fırsatını sonunda ülkesine geri döndüğünde bulabilmiş.
İyi ki de bulmuş! Önceleri resim, seramik derken zaman içerisinde keçeye yönelmiş ve birkaç ufak denemeden sonra birbirinden güzel eserler üretmeye başlamış. Tam 6 yıl önce başladığı bu yolculukta okuyup deneyerek sürekli kendini geliştiren sanatçı, keçe sayesinde birçok şey öğrendiğini söylüyor.



KEÇE VE TASAVVUF

Mevlânâ der ki: "Unutma, aradığın şey de seni arıyor."
Ergül Okan aynı ünlü mutasavvıfın söylediği gibi hissediyor keçe için ve ekliyor: "Dünyayı dolaştıktan sonra Türkiye'ye geldim ve sanırım keçe sanatı hep burada benim onu keşfetmemi bekliyormuş."
Eserlerini ıslak keçe ve iğneli keçe olmak üzere, detaylarını bizimle de paylaştığı iki yöntemle üretiyor. Geleneksel ıslak keçe yapımı için öncelikle geniş bir alan gerekiyor. Çünkü ilk olarak yün tutamları kat kat geniş bir alana açılıyor ve ardından ılık su ve sabun kullanılarak ıslatılıyor. Üzerine yapılacak desenler de eklenince geriye keçeyi pişirmek kalıyor.
Kuru keçe yapımında ise biraz daha farklı bir yol izleniyor. Yün önce sert bir zemin üzerine yerleştiriliyor ve özel keçe iğneleri ile bastırılıyor. İğneyi ne kadar çok batırırsanız, o kadar sıkı bir keçe elde etmiş oluyorsunuz. Sonrasında bu yün parçasını yine iğne yardımı ile başka parçalarla birleştirebiliyorsunuz.



Keçe yapımının çok emek ve sabır isteyen bir iş olduğunu söylüyor Ergül Hanım. Keçenin kendisi için her zaman bir aydınlanma yolu olduğundan bahsederken, keçe ve tasavvuf arasındaki mecazi bağlantıya da değiniyor.
Tasavvufta keçe, kelimenin tam anlamıyla "tam veya mükemmel insan" anlamına gelen "insan-ı kâmil"i temsil ederken, yün de insanı temsil eder. Bu yüzden dervişlere, Arapça'da "yün" anlamına gelen "suf" kelimesinden türetilen "sufi" de deniliyormuş.
Yünün keçeye dönüşme yolundaki meşakkatli yolculuğu, insanın dünyanın vesveselerinin zincirlerinden kurtulup kendini Allah'a adayarak insan-ı kâmil olma yolundaki çileli yolculuğuna benzetiliyor.
Ergül Okan başlangıçta Batı esintili ürünler üretmiş keçeden ancak keçenin gelenekselliği, kadim Anadolu toprakları, zengin ve eşsiz Türk kültürü, onu daha geleneksel motifleri kullanmaya ve özellikle Anadolu kadını portreleri yaratmaya teşvik etmiş.
Sanatçının eserlerini incelediğinizde bir Türk kilim ve halı motifi ya da Anadolu köylerini andıran bir manzara görebilirsiniz.



İlk zamanlar yaptığı eserleri eşe dosta hediye ederken, öyle büyük bir ilgiyle karşılaşmış ki Ergül Hanım, zaman içerisinde özel siparişler almaya, Instagram ve Etsy üzerinden satışlarını artırmaya başlamış.
Sanatçı şimdilerde Amerika, Kanada ve İngiltere dahil dünyanın dört bir yanından sipariş alıyor.
Kovid-19 döneminde insanlar evlerine kapandıkça, daha fazla insanın yaşam alanını konforlu, rahat ve hoş hale getirmek istemesiyle birlikte ürünlerine olan talep de artmış.
Bu sayede, bugün Türk keçe sanatını tüm dünyaya tanıtıyor Ergül Okan...
Sanatçının en büyük arzularından biri de keçe sanatını gelecek nesillere aktarmak. Bu amaçla ilk olarak 9 yaşındaki oğlu ve 11 yaşındaki kızına da öğretmiş keçe yapmayı. Ama daha çok gence ulaşmak istediği için atölye çalışmaları yapmak istiyor.
Sanatçı şu anda çevrimiçi eğitimler veriyor ancak bu eğitimleri geliştirerek daha çok kişiye ulaşmak ve geleneksel yöntemleri modern tasarımlarla modernize etmek gelecek planları arasında.

***

Bu planı Mehmet Ersoy Kültür Bakanıma duyururum.
Okan'ın büyüleyici eserlerini incelemek veya satın almak isterseniz, Instagram'da da tıklayın.
@kayraorganik.
........
Not: Bir özür daha.. Bugün geçen cumartesi yaşadıklarımın ikinci bölümü, Müjdat Gezen'in Baba Kız oyunu ve gece izlediğim müthiş Agnes Varda filminden söz edecektim. Ama İrem'in ne yazısına, ne fotoğraflarına kıyamadım. Müjdat'ın oyunları 11-18 Aralık'ta İstanbul, 13 Aralık'ta Bursa'da.. Yani vaktim var. Dar yere sıkıştırmanın da âlemi yok. Varda'nın filmini belki internette bulursunuz, belki TRT 2 tekrar eder. Onun da acelesi yok. Haftaya kaldılar.

*

BANA DA Bİ HALLER OLDU!..

Valla bana bi Haller oldu dostlar.. Resmen bi Haller!.
O gece Ajax'ın iki golünü de oyuna sonradan giren Haller atınca, "Yarın hemen bütün medyamızın atacağı başlık belli oldu" dedim..
Türkçe'de sık kullanılan "Bi haller oldu" deyimi vardır ya.. Her spor müdürünün ya da nöbetçi müdürünün aklına ilk bu laf gelecek ve "Ben bir deha olmadığıma göre herkesin de aklına bu gelecektir. Ben fark yaratmak için bir başka başlık bulayım" deme zahmetine de girmeyip sallayacaktır, diye düşünmüştüm..
Sabah öyle oldu.. Açıyorum bir bir.. Hepsinde Haller'li bir yığın manşet... "Haller"i ayrı renk yazıp, geri zekâlı okurun başlığını anlamasını(!) sağlayan ileri zekâlılar(!) da var içlerinde Allah'tan.. Hani fıkrasını açıklayanlar vardır ya onlar gibi..
Çarpıcı, vurucu başlıkla kim uğraşacak o saatte. Yap bir kelime oyunu bitsin gitsin..
Hep yazıp duruyorum.. Başlık atmak bir sanattır. Tek sütununda bile fark yaratmayı arayacaksın. Mesleğimde başarı "fark yaratmak"tır çünkü.. Peki hani düşünen şef, toplanıp arayan servis..
Birinin tırnağı dönüyor. Önemli de değil ha.. Bu sezon daha 45 dakika süre almamış.. Sallıyor başlığı editör. Gıkı çıkmıyor şefin..
"Çatladıkapı Spor'da şok!."
Bu sezon en az kırk "şok" başlığı gördüm.. Ya bir gün gerçek şok yaşasa o kulüp ne başlık atacaksın be adam?.
Gazete en kolayı ile değil, en güzeli, en farklısı ile okunur. O zaman da satar.
Herkese ayni Haller oluyorsa, kim niye perşembe sabahını bekler, peki?. Mesela Sabah Gazetesi'ni okumak için?. (Bizde Haller'li başlık yok, onun için örneği rahat verdim..)
Her mevsim bir yenilik ister, spor sayfaları.. Çünkü bizim gibi en yaşlılardan tut, Z kuşağına dek herkes ilgilidir spor sayfalarıyla..
Sorun bakalım bir maçın ardından sabırsızlıkla bekledikleri bir, tek bir gazete var mı?.
Fark yaratma bir ekip çalışmasıdır. Her kafadan bir ses çıkmalı ki, en iyi başlık bulunsun, en iyi maç haberi çıkarılsın, büyütülsün, en iyi resim seçilsin..
Böyle çifte Avrupa maçının olduğu gün bile stada gitmeden herkes evinde tek başına spor sayfası yapmaya kalkarsan, işte o Galatasaray- Marsilya ve Fener-Olimpiyakos maçından geriye, okulda, işte, kahvede, meyhanede, insanların bir arada olduğu tek yerde, "Yahu falan gazetedeki başlığı gördünüz mü?" ya da "Filan gazetedeki resim ne muhteşemdi" veyahut "Filanca gazetedeki maç yazısını ve falancanın yorumunu okudun mu?" soruları sorulmaz..
Sorulacak şey olsa, efsane olur, konuşulur, duyulur. Bugün bayiye gitme gereği de yok. Cep telefonundan bulunup okunur, orada hemen..
Böylesine tıpkısının ayni, böylesine kimliksiz, böylesine ruhsuz sayfalar çıkarmak için, tüm spor yazanlar, söz ve işbirliği yapmışlar sanki..
Bana bir "HALLER" (Editörüm bu sözcüğü mümkünse kırmızı bastırt) oldu dostlar.. Kesin bir "HALLER" (Bu da mavi lütfen) oldu.
Gazetecilik, bir yanda televizyon, öte yanda sosyal medya rekabeti varken ayakta kalmak için harikalar yaratması gereken gazetecilik ölüyor, ben de oturmuş neler saçmalıyorum!.

*

GİDENLER... GİDENLER...

Gazetede ilanı görünce öğrendim.. Hemen aradım Kraliçemi.. Kraliçem Meriç Sümen.. Bolşoy Balesi'nde başrol dans eden ilk Türk değil, ilk yabancı.. Ruslar hele Soğuk Savaş yıllarında medarı iftiharları Bolşoy'un başrolünü ilk defa bir yabancıya, Meriç'e bırakmışlar.. Giselle'de dans etmişti, Meriç..
Onu son defa sahnede, onu anmak için düzenlenen bir gecede, Kuğu Gölü'nün dans etmeyen rolü Kraliçe'de görmüştüm. O gün bugün "Kraliçem" derim.
Bale ve Operamızda Genel Sanat Yönetmenliği yaptı.. Hocalık yaptı, sayısız öğrenci yetiştirdi. Çok genç yetenekleri keşfedip, onları yeni Meriç'ler yapmak için stüdyo açtı.. Milli Eğitim Müdürlüğü destek olacağına, köstekledi, kapattı.
Neyse..
"Başın sağolsun" dedim.. "İkisi üst üste geldi, çok fena oldum Hıncal" dedi, Kraliçem..
"İkinci kim?" diye sordum..
"Jale" demez mi?.
Jale Kazbek.. Türk balesini kuran dünya çapındaki İngiliz Madame Ninette de Valois'nın ilk öğrencilerinden. Onların hepsi Meriç kuşağı..
Meriç Sümen, Sait Sökmen, Gülcan Tunççekiç, Evinç Sunal, Binay Okurer, Jale Kazbek ve ötekiler.. Hemen hepsi arkadaşımdı, her oyunlarını, hatta stüdyo çalışmalarını gidip izleyip yazdığım için.. İlk Gülcan gitti. Çok acele, çok erken.. Bu Jale o ilk ekibin Jale'si işte..
Haber bile olmadı. Ama Ercan Turgut oldu.. Ben Modern Folk'un meneceriyken onlar da Delikanlılar diye bir gurup kurmuş ve bayağı iş yapmışlardı. En ünlüleri Hisseli Harikalar Kumpanyası'nın açılış ve kapanış şarkılarını söyleyen Kartal Kaan oldu. Ercan da, hem müzisyen, hem işletmeci olarak İstanbul gece hayatında çok kaldı.



Ya Sefa Özkaya.. Yaşı kırkların üstünde olup da bu resmi hatırlamayan yoktur. Türkiye'ye resmi ziyaret yapan ABD Başkanı Clinton, depremzedeler arasında dolaşırken bir bebeği kucağına alınca bu sürprizle karşılaşmış, Sefa da o anı ebedileştirmişti. Şimdi Sefa Özkaya da ebediyette..
Hepsi ışıklar içinde yatsın!.

*

PAZAR NEŞESİ

Aslında neşe değil de bir dost anısı diyebilirsiniz buna..
Hasan Fehmi Güneş'i geçen hafta içinde kaybettik.. Aynur Aydan diye sıradan bir Yeşilçam oyuncusu, zamanın İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'le ilişkisi ortaya çıkınca üne kavuştu ama, topu topu 9 aylık bakan Güneş hemen istifa etti.
Güneş'i başarılı bulurdum. Onurlu istifası ayrıca sempati duymama sebep olmuştu.
Ardından haber, köşe yazısı, ne yazıldı ise hepsinde Aynur Ayhan adı gene geçti.
En güzel ve en anlamlısı Melih Aşık kardeşimden geldi. Milliyet'teki "Açık Pencere" köşesinden. Bu pazar, neşemiz demesek de anımız, Melih'ten nakil olacak.

***

"1980 sonrası partisi adına İçişleri Bakanlığı bütçesini kürsüden eleştirirken bir milletvekili:
- Aynur Aydan'dan bahset, Aynur Aydan'dan diye laf atmaya başladı.
Hasan Bey hayli sabrettikten sonra bu vekile döndü, dedi ki:
- Beyefendi, Aynur Aydan konusunda benden iki kişi hesap sorabilir. Biri, sevgili eşim. Diğeri, varsa metresim. Siz benden hangi sıfatla hesap soruyorsunuz?
Laf atan milletvekili susmuştu."
İşe özel hayatı karıştırıp Meclis çatısı altında marifet yaptığını sanan adama tam da böyle "kapak" yapmış Güneş, Sevgili Melih?. O milletvekili de aslında istifa etmeliydi..
Çünkü "Hangi sıfatla" sorusunun içerdiği anlam, yenilir, yutulur gibi değildi.
Tanrı'nın rahmeti üzerine olsun, Hasan Fehmi Bakanım!.

*

SEVDİĞİM LAFLAR

"Bir aptal bir aptaldır. İki aptal iki aptaldır. On bin aptal siyasi partidir."
Franz Kafka

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA