Bundan 40 yıl kadar önce öğrenciyken Münih'te babamla buluşmuş birlikte yediğimiz öğle yemeğinde ilk kez salyangoz ısmarlamıştım. Esaslı bir yemeksever olan babam tercihime sesini çıkarmadı ve kendine bonfile söyledi; ben yemeğimi bitirinceye kadar da gözünü kendi tabağından ayırmadı. Babam bile önyargılarını yenememişti. Nefis tereyağlı maydonozlu yeşil sosu içinde dişin kovuğuna bile gitmeyecek kadar küçük et parçası ise karidesi andırıyordu. İlk salyangoz deneyimimde kabuğu tutmak için verilen özel kıskacı ve eti kabuktan çıkarmaya yarayan incecik çatalı nasıl kullandığımı hatırlamıyorum. Daha sonra yazdığım sayısız görgü yazısında salyangozun bu avadanlıklarla yendiğini belirttim. Ancak bu ikinci deneyimimde işler yazdığım gibi gitmedi. Sapından sıktığınızda uç kısımları açılan, gevşek bıraktığınızda içine yerleştirdiğiniz kabuğu sıkıp sabitleyen kıskacı bir türlü kullanamadım. Her seferinde tereyağına bulanmış kabuk kıskacın içinde dönüyor, ağız kısmı kıskaç tarafından kapatılıyordu. Aklıma Pretty Woman filminde Julia Roberts'in şık restoranda benim gibi 'escargot' yemeğe çalışırken kıskaçtan fırlayan salyangozun arkasından küfredişi geldi. Kıskacın bozuk olduğuna karar vererek, aynı duruma düşmemek için kabuğu bir elimle tutup, ötekiyle ince çatalla içindeki eti çıkararak yedim. Etraftan görgüsüzlüğüm fark edilmesin diye de olabildiğince görüntüyü kamufle etmeye çalıştım. Biraz sonra yan masaya bir Fransız çift geldi. Onlar da escargot ısmarladı ve onlara da bana verilen kıskaçlar getirildi. O adi salyangozlar onların elindeki kıskaçtan fırlamaya yeltenmeden uslu uslu durdu. Meğer keramet kıskaçta değil, işin erbabı olmaktaymış. Oh olsun; Müslüman mahallesinden kalkıp salyangoz yemeye Paris'e gidene müstahaktır!