Fakat ne var ki, temmuzun ortası ile ağustos ayı başı arasında Antalyalıların sıcak kabusu başlar. Yılına göre 10 gün, çoklukla 15 ila 20 gün devam eden bir devrede 'Eyyami Bahur' denilen günler araya girer. Hâlbuki bu rüzgâr, nispeten kuru ve serin rüzgâr, sıcaktan adeta yanmış olan Antalya kıyılarına doğru indikçe ısınır, ısındıkça elbette kurur, kıyılarda mısır ve fasulye gibi bitkileri birdenbire soldurur. İnsanın dayanma gücünü aşan o kadar sıcak yapar ki bazen serçeleri bile yere düşürür ve insanları bunaltır, Bazen sıcak toz bulutları da sürükler, meltemlerde açılan pencereler bu rüzgârın esmesiyle kapanır. Antalya halkı, her yıl bu aylar arasında bu havayı bilir ve bekler. Akdeniz'in havası bu devrede Basra Körfezi yönünü tuttuğundan, Eyyam-i Bahur rüzgârı da karadan kıyılara, kıyılardan da deniz üzerinden o yönde aynı şiddette eser. Denizde ancak küçük küçük dalgalar yapar. "Eyyam-i Bahur"dan kurtulan Akdeniz kıyı halkı, biraz ferahlar ve artık ağır yaz sıcaklarını bir parça olsun atlatmıştır. Eyyam-i Bahur günlerinde Antalya en sıcak ve en bunaltıcı günlerini yaşar. Termometre 43 dereceye kadar yükselir. Toros kayalıklarının bütün rutubetini emdiği bu kuru rüzgâr, değdiği yeri kavurur. Bu rüzgârlar 1-3-5-7 gibi tek sayılı günlerde devam eder. Bu sıcaklardan korunma yöntemleri de oldukça basitti. Evlerinin bahçelerinde Düden Çayı'ndan gelen su ile dolan havuzları olanlar; bu havuzlara girerek serinlerlerdi.
ANTALYA ESKİ VALİSİ'NDEN BİR ANI
1971 Temmuz ayında Antalya'ya tayin edilen Vali Hüseyin Öğütçen, Antalya'ya gelişini ve Eyyami-Bahur sıcaklarını, anılarında şöyle anlatır: "8 Temmuz 1971 günü Ankara'dan hareket ettim. Burdur'a geldiğimde otobüs garajında bir adam avaz avaz bağırıyordu: - Cehenneme bir!. Cehenneme bir!.. Çok tuhafıma gitti. Şoföre ne demek istediğini sordum. "Efendim Antalya'ya bir, Antalya'ya bir, demek istiyor" yanıtını verdi. Antalya'yı sayılı cennet köşelerinden biri olarak biliyordum. Yani şimdi biz cehenneme mi gidiyorduk? Mesele anlaşıldı. Antalya yaz aylarında cehennem gibi sıcak. Burdur serin bir yayla. Çığırtkan, serin yaylayı bırakıp Antalya'ya gitmeyi cehenneme gitmeye eş sayıyor. Antalya'ya vardığımızda çığırtkanın ne kadar haklı olduğunu fark ettim. Kuzeyden, kızgın kayalıklardan esen poyraz sıcağı Antalya'yı kasıp kavuruyordu. Resmi tören istemediğim halde Tugay Komutanı General: "Olmaz. Valiler ilk gelişlerinde törenle karşılanır" demiş. Tören için çıkarılan birlikten iki er sıcaktan bayılmış. Hükümet Konağı'na girerken fırının ağzından çıkan sıcak hava gibi bir alev beni karşıladı. Aşçı kadına "Bugün Antalya çok sıcak" dedim. Yanıtı: "Efendim Antalya'da yaz sıcakları henüz başlamadı" oldu. "Demek, yaz sıcakları başlayınca kendimizi maden eritme fırınında hissedeceğiz" diye düşündüm. Fakat birkaç gün içinde Antalya'nın sıcağına alıştım."
BİR HAFTA SÜREYLE DENİZE GİRİLMEZDİ
'Eyyam-I Bahur Sıcakları' denilen bu yakıcı poyrazın estiği Ağustos ayının ilk haftası içinde, denize girilmezdi. Çünkü böyle günlerde insan vücudunda beyaz lekeler yapan 'ala' düştüğüne inanılırdı. Eyyam-i Bahur günlerinde annebabalar çocuklarına denizi yasaklarlardı. Fakat yasaklar çocuklara vız gelir, inadına denize koşarlardı. Bu yedi gün içinde denize giren çocuklar, 'ala düşmesin diye' boyunlarına ucunda 8'lik çivi asılı bir ip geçirirlerdi.
ESKİDEN EVLER AHŞAPTI
Eskiden Antalya'da bu kadar beton yapı, yüksek binalar yoktu. Evler çoğunlukla ahşap; 'Meltem ve Manavgat' rüzgârlarını alacak ve birbirlerini gölgelendirecek şekilde dar sokaklar içinde inşa edilmişlerdi. Ayrıca evler ve caddelerdeki kaldırımlar, kocaman yalancı karabiber ağaçlarının gölgesi altındaydı. Bunlardan başka, eskiden Antalya caddelerindeki kanallarda ve küçücük dar sokaklarında Düden Çayı'ndan gelen gürül gürül buz gibi sular akar, kente bir serinlik verirdi. Akşamüstleri sokaklar, caddeler, bu sularla sulanırdı. Bugün bu sular yok ama kale gibi yükselen beton binalar var. Bu beton yapılar, bugün olanca güneşi gün boyunca emiyor; adeta bir fırına dönen duvarlar, gece boyunca da o evlerde yaşayanlara hayatı zehir ediyor. Yapılan yüksek binalar, Antalya'nın iklim koşulları ve rüzgâr yönleri düşünülmeden inşa edildikleri için, denizden gelen meltemi kestiler.