Gazeteci Avni Özgürel'in toplumsal hafızamızın zayıflığıyla ilgili bir derdi var. Bunun için zaman zaman sinemada karşımıza çıkıyor, politik filmlerin çekilmesine önayak oluyor. Derdi kimi olayların unutulmasını engellemek. Yıllar önce Belene dizisiyle senaristliğe başlayan Özgürel, 12 Eylül darbesinin nasıl yapıldığını dönemin aktörleri üzerinden anlattığı Zincirbozandan sonra bu sefer 7 Şubat MİT krizini anlatan Darbe ile karşımızda. Filmi projelendiren Özgürel aslında yakın dönem siyasi tarihimizin de önemli tanıklarından. Milliyetçi kökenli ama her kesim üzerinde bir saygınlığı var. Akil İnsanlar Heyeti'nde de görev alan Özgürel ile Yıldız'daki ofisinde buluştuk, hem filmi ve 7 Şubat MİT krizini hem de son günlerde yaşananları konuştuk.
- Türkiye'de toplumu etkileyen pek çok hadise oluyor. Kimi sosyal, kimi bireysel... Aradan bir süre geçtikten sonra bir bakıyorsunuz biz o olayları unutmuşuz. Mesela Suruç katliamı... Birkaç yıl sonra kaçımız hatırlayak? 'Sahi ne olmuştu, kaç gencimiz ölmüştü orada?' diye sorarken bulabiliriz kendimizi. Belki olayı kabaca hatırlayabiliriz ama detaylar unutulur gider. İşte bu tür olayların, kurmaca olsun belgesel olsun filmini çekmek kitaplarını yazmak, bizim olayları unutmamamızı sağladığı gibi gelecek kuşaklara da aktarılmasını sağlar. Mesela bakın ABD'ye, 11 Eylül'ün kaç kitabı, filmi yapıldı. Irak savaşıyla ilgili yüzlerce film var. Ben bunun için belgeseller, politik filmler yapıyorum. Önemli hadiseleri filmleştirerek, unutulmamasını sağlamaya çalışıyorum.
- 7 Şubat krizi ne kadar önemliydi?
- Çok önemli bir hadisedir. Sadece bugünü değil gelecekte nelerle karşılaşabileceğini gösteren bir olaydır. Cumhuriyet tarihinde ilk defa iki devlet kurumunun silahlı çatışmaya girme aşamasına geldiği bir olay var karşımızda. Silahlar çekilmişti karşılıklı ve vur emri verilmişti. Paralel Yapı'nın, Emniyet teşkilatı ve yargı organı üzerinden MİT'i, daha doğrusu Hakan Fidan üzerinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef aldığı bir hadisedir. Bu tablonun iyi tahlil edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
OSLO'YU PARALEL SIZDIRDI
- Türkiye neyin kıyısından döndü?
- Bu bir darbe girişimiydi. MİT'in üzerinden seçilmiş başbakan Recep Tayyip Erdoğan hedef alındı. Darbe girişimi belki bertaraf edildi ama Paralel Yapı'nın bu öfkesi sonradan devam etti. Çünkü asıl mesele devleti kimin yöneteceğiydi. Seçilmişler mi yoksa emniyet ve yargı içinde yuvalanmış Paralel Yapı mı? Ayrıca bu olayda devletin emniyet teşkilatının istedikleri olmayınca ne ölçüde gözünü karartabileceğini gördük.
- 7 Şubat'ın üzerinden üç yıl geçti sizce taşlar yerine oturdu mu?
- Henüz tam oturmadı. Taşların yerine oturması zaman alacak. İşte bunun için bu filmin izlenmesinin tam zamanı. Türkiye'deki kimi kavgalar öyle üç-beş yıl içinde bitecek bir şey değil. Türkiye 7 Şubat'ta darbenin kıyısında döndü ama barışında da kıyısından döndü. Oslo görüşmeleri sızdırıldı. Paralel Yapı ve onun ilişkili olduğu yabancı unsurlar o dönem çözüm sürecine görüşmeleri sızdırarak zarar verdi. Çünkü Türkiye'de barışı istemeyen birçok insan var.
- Paralel için esas sorun Tayyip Erdoğan ve Ak Parti. Partiyi ve Erdoğan'ı Türk halkının gözünde suçlu gösterip cezalandırmak istediler. Bu noktada PKK ile siyasi iktidar karşı karşıya getirilmek istendi. Mesela KCK operasyonlarında 8 bin kişi tutuklandı. Ama ona rağmen sağduyu hakim oldu. Şimdi şöyle yakın geçmişe bakın, Türkiye'nin büyükçe bir çukurun içine çekilmek ve o çukurun içinde siyasetin boğulmak istendiği görülür. O çukura düşmedik ama biraz hasarla kenarından dolandık. Mesela çözüm süreci bitirilebilirdi, bitirilmedi. Lakin bir güvensizlik de oluştu.
- Herkes barış istiyor ama şu ortamda kimin samimi olduğu belli değil. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Cumhuriyet tarihine baktığınız zaman milliyetçi muhafazakar partilerin daha çok büyümeci ekonomik politikalara yöneldiğini görürsünüz. Sosyal politikalara pek girmezler. İlk defa Ak Parti, bir siyasi proje olarak Çözüm Süreci'ni üstlendi. Bunun nasıl sıkıntı doğurabileceğinin ölçüsü Tayyip Erdoğan'ın "Ben bu işin içine siyasi hayatımı koyuyorum, gerekirse baldıran zehri içiyorum" demesidir. Normal bir iş olsa, tehlikesi, riski olmasa baldıran zehrini neden konuşasın. Erdoğan neye el attığının farkındaydı. Sadece o mu, Abdullah Öcalan da farkındaydı. Hatırlanırsa Öcalan "Bu meseleye kim el attıysa alaşağı edildi, öldürüldü" dedi. Baktınız zaman barışı getirmenin kolay bir iş olmadığını görürsünüz. Bunun için her adım atıldığında devlet çarkı içinde birtakım engellemeler nasıl yaşandıysa PKK içerisinde de direnç yaşandı. Öcalan barış istesin, ama Cemil Bayık ne demişti "Barışa o karar verebilir ama savaş bizim kararımız." Dolayısıyla engellene engellene, ayağa çelme takıla takıla belli bir noktaya geldik.
- Peki yine engellemeler mi var?
- Gelinen nokta Türkiye'de çatışmasızlık dediğimiz ama insanların ölmemesi dışında her türlü çatışmanın olduğu bir dönemdi. Adam kaçırmalar, şantiye basmalar, rehin almalar, tır yakmalar, sınırlarda vergi dairesi kurmalar, var oğlu var. Bunlara Türkiye bir noktaya kadar sabretti. Suruç'ta 32 gencimiz katledildi. Sonrasında bu gençlerin intikamını alma gerekçesiyle PKK, iki polisimizi öldürdü. Suruç'u yapan IŞİD, siz polisten intikam alıyorsunuz. Olacak iş mi? Bugüne kadar can kaybı olmuyor diye bazı şeyler görmezden geliniyordu. Ama bu, yapılanların bilinmediği anlamına gelmez. Devlet bazı şeylere olmamış muamelesi yaparsa devlet olma vasfını kaybeder.
- PKK'dan sonra Paralel Yapı ile mücadele devam ederken Türkiye üçüncü bir cephe açılmasın diye IŞİD'e karşı, mümkün olduğunca gürültü patırtı çıkarmadan tavır alıyordu. Ama geçen bayramda Ömerli'de adam bayram namazından sonra cihat çağrısı yapıyor. Bu ne pervasızlık! Gelip insanlarını öldürüyor. Şimdi Türkiye koalisyon kuvvetlerinin içinde daha aktif bir şekilde görev alıyor. İçerde de IŞİD'le bağlantılı kişiler toplanmaya başlandı. Yani mücadele her cephede devam edeceğe benziyor.
- Çözüm süreci yürütülürken kimi milliyetçi kesimler bunu kabullenemiyor. Milliyetçilerin bu meseleyi kabullenirken nerede durması gerekiyor?
- Biz bu milletin birliğini ve beraberliğini savunuyoruz. Millete dahil ettiğimiz önemli unsur da Kürtlerdir. 11 asır beraber yaşamışız. Bu birliği korumayı savunmak bana göre milliyetçiliktir. Bunu geriye iteklemek gayrı milli düşünmektir. Şimdi İngilizce 'Seni seviyorum' demeyi biliyoruz. Ama 11 asır birlikte yaşadığın bir halkın dilinde 'Seni seviyorum' nasıl söylenir bilmiyoruz. Ha bunda bir sorun yok diyene bir şey diyemem. Ama burada bir sorun var diyorsak, bu meseleyi oturup, sadece siyasi ve güvenlik boyutuyla değil, kültürel boyutuyla da konuşmamız lazım. Çünkü yıllarca yapılmış hatalar, ihtilal dönemlerinde yaşananlar, asimilasyonlar var. Adamın acısıyla, diliyle beraber değilsin. Bunları aşmamız gerek.
MİT'Çİ DEĞİLİM, MİT'TEN TANIDIKLARIM OLDU
- Kulağınıza gelmiştir sizin için MİT'çi deniliyor. "Böyle diye diye bana bir MİT filmi çektirdiler sonunda" diye düşündünüz mü?
- Bu tür yakıştırmaları çok duydum ve hep gülüp geçtim. Ama meslek hayatım boyunca her dönem, MİT'in basın müşavirleriyle ya da MİT'te çalışan insanlarla tanışıklığım oldu. Çünkü yazdığım bazı şeylerin teyitlerini almam lazımdı. Kime soracaksın! Ama bir istihbarat personeli gibi de çalışmadım. Meslekte böyleleri de var. İşte bu durumu ahlaksızlık sayarım. Lakin MİT filmi çektik mi çektik. Yapılacak bir şey yok çünkü 7 Şubat krizi MİT'le alakalı! (Gülüyor).
- Sizin yıllar önce MİT'e bağlı bir ajansta Öcalan'ı gördüğünüz söylenir. Yıllar geçti MİT ile ilgili bir filmde Öcalan'ı amorstan da olsa görüyoruz. Garip bir ironi...
- Ben yıllar önce sağ cenahta gençlik hareketleri içinde bulundum, bu bilinir zaten. Milliyetçiler olarak, sol gençliğe karşı kendince mücadele eden bir derneğimiz vardı. Solcular Yürüyüş diye bir dergi çıkarıyordu biz de İkinci Kuvayi Milliye diye bir dergi çıkarıyorduk. Birtakım bildiriler basıp dağıtıyorduk. Ben hem derneğin hem de derginin sorumlularından biriydim. Paramız da olmadığı için baskı işlerini Fikir Ajans diye bir ajansta yapıyorduk. Ajansın sahibinin de milliyetçi çocuklara iyilik olsun diye yardım etmediğini düşünmüşümdür ama çok da üzerinde durmadım. Nihayetinde bizim işimiz görülüyordu. Öcalan'ı o ajansta gördüm. Öcalan o zaman İslami Büyük Doğu Hareketi'nin içindeydi. Namazında niyazında çocuklardı onlar. Hatta onlarla İmran Öktem'in cenazesinin protestosuna katıldık. Yıllar sonra Şam'a gittiğimde, "Olayı hatırladım" dedi. Sonra ben bunu yazdım... Şimdi filmde de amorstan görünüyor! Çünkü MİT müsteşarı ile görüşüyor (Gülüyor)!
- O gün orada Öcalan'ın yazdığı birtakım şeyler okundu. Devletin de yazdıkları vardı. Okunmadı. Bunlar birbirini tekzip eden şeyler miydi, hayır. Olan şuydu. Bu süreci Tayyip Bey başlattı. Habur da dahil belli bir noktaya kadar Tayyip Bey getirdi. Ama Dolmabahçe'de sanki bu çözüm süreci Öcalan'ın projesiymiş gibi sunuldu. Bu sürecin tüm artılarını Öcalan'a ciro etmek anlamına gelecek bir tabloyu kimse kabullenemez. Bunun için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepkisini haklı buluyorum.
- 90'lara dönüş olur mu?
- Olmaz. Çünkü biz geri dönemeyecek kadar ileri gittik.
'VUR EMRİ'Nİ FİDAN'IN VERDİĞİNİ MİT'TEN DOĞRULATTIM
- Darbe filminin senaryoyusunu Hakan Fidan'a okuttunuz mu, ya da MİT'e hiç danıştınız mı?
-Emniyet'in MİT'e baskın yapacağını öngören Hakan Fidan'ın, içeri girmek istenirse vur emri vermesiyle ilgili bir tereddütüm oldu. MİT'in basın ilişkilerindeki arkadaşı arayıp bunu sordum. O da doğrulandı.
- Sizin Hakan Fidan ile tanışıklığınız var mı?
- Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanı iken tanışmıştım. Fevkalade meselelere hakim ve ülkenin duyarlılıklarının farkında olan bir insan. PKK ile mücadelenin içinden geliyor. Son derece yetenekli bir bürokrat. Bence MİT müsteşarı olması tesadüfi değil.
BARIŞIN KOŞULU SİLAHIN MASADAN KALKMASI
- Şimdi gelinen noktada sizce barışa giden yol kapandı mı?
- Hayır. Ama barışın bir koşulu var. Masadan silah kalkacak. Türkiye'nin buna tahammülü yok. Siyasi iktidar ve devlet barış beyanını yıllar önce açıkladı. Bence süreç düşe kalka ilerliyor. Hatırlayın bu ilk kırılma değil. İlk kırılma Habur'da yaşandı. Bu kırılmayı da medya yarattı. Birtakım PKK'lılar silahsız ülkeye döndü, tutuklandılar. Medya nasıl lanse etti bunu, üniformalarıyla ülkeye geldiler, itibarımız zedelendi falan denildi. Medya üzerinden algı operasyonu yapıldı o dönem. Sonrasında, Paralel Yapı, Oslo görüşmelerini sızdırdı. Bunun sonucu bir kez daha süreç yara aldı. Ama arkasından yeniden bir yola girildi. Yani yine çözüm süreci farklı bir şekilde devam eder diye düşünüyorum.