Bu hafta başında, Atina'da bir ilk daha yaşandı. Atina Türk Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği, Çağan Irmak'ın anlamlı filmi
Dedemin İnsanları'nı gösterdi. İstanbul Rumlarının yoğun olarak yaşadığı semt Paleon Faliron'un açık hava sinemasını hınca hınç dolduran izleyiciler, filmin sonunda hem ayağa kalkarak alkış tuttu hem de çoğu, gözyaşlarına hakim olamadı... Yunan kamuoyu ile İstanbul Rumları böylece, 1923 mübadelesinde Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan Türklerin dramını ilk kez hissetme ve izleme fırsatını bulmuş oldu. Çünkü Anadolu'dan aynı şekilde Yunanistan'a göç etmek zorunda kalan yaklaşık bir buçuk milyon Rum'un yaşadıkları hakkında bugüne kadar binlerce kitap yazılmış; yüzlerce belgesel film, sayısız araştırma yapıldı. Ama Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan Türklerin durumu hakkında yıllar yılı ne bir kitap yazıldı; ne bir belgesel çekildi ne de doğru dürüst bir araştırma yapılmıştı. Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan yaklaşık yarım milyon Türk'ün başından geçenlerin anlatılıyor olması, yeni kuşakların geleceği için oldukça cesaret ve ümit verici bir gelişme olarak algılanabilir.
Dedemin İnsanları bundan yaklaşık 10 yıl önce Yunanistan'da gösterime giren ancak, bilinmeyen nedenlerle Türk seyircisinin izleyemediği benzer bir film ile aynı hisleri uyandırdı. Hisler aynıydı çünkü insanlık dramı, millet, milliyet, dil, din, ırk, renk gözetmeyen acı bir olay. İstanbul'dan göçen Rum yönetmen Tassos Bulmetis'in 1964'te İstanbul'dan sürülen Yunanların karşılaştığı sorunları anlatan
Bir Tutam Baharat adlı yapıtı ile 1923'te Girit'ten sürülen Türklerin yaşadıklarını anlatan Girit kökenli Türk yönetmen Çağan Irmak'ın
Dedemin İnsanları adlı filminin en çarpıcı ortak yanı: o acı günleri yaşamış olan dedelerin, bugünkü torunlarına vermiş oldukları ve yeni kuşak Türk ve Yunanların ders çıkartması gereken öğütlerdi. Giritli Türk aile, zorunlu göç nedeniyle geldiği Türkiye'de nasıl 'gâvur' muamelesi görüyorsa, zorunlu göç nedeniyle İstanbul'dan Yunanistan'a gelen Yunan aile de 'Türk tohumu' muamelesi görüyordu... Her iki filmindeki Türk ve Yunan aile karakterleri mutsuzluklarını torunlarından gizlemeye özen gösteriyor; ama terk etmek zorunda kaldıkları memleketlerini bir türlü unutamıyordı. İki film arasındaki terk fark, İstanbullu ailenin en büyüğü olan dedenin, bir yolunu bulup İstanbul'da kalmayı başarmış olması ve türlü imkanlara rağmen, çeşitli bahaneler uydurarak Yunanistan'a gitmeyi reddetmesi ve torunundan uzakta, yani doğduğu yer olan İstanbul'da gömülmeyi başarmış olmasıydı. Oysa Türk ailenin en büyüğü olan dede, bir yolunu bulup tam Girit'e gidecekken Kıbrıs çıkarması ve askeri darbeler gibi siyasi olayların kurbanı olmuş; nitekim doğup büyüdüğü Girit'ten uzakta intihar etmeyi tercih etmişti. Gerçek hikayelere dayanan her iki filmde yer alan torunların mübadele yıllarının 3. kuşak temsilcileri olarak , dedelerinin doğup büyüdükleri toprakları; yaşadıkları evleri ziyaret ederek; yerel halkla iletişim kurmaya çalışarak genç kuşağa ve en önemlisi bu dramların bir daha yaşanmaması için de siyasetçilere barış ve dostluk mesajı vermiş olmaları her iki filmin ana temasını oluşturuyor.