Ünlü oyuncu Ayşen Sezerel, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının yeni bölüm konuğu oldu. Atv ekranlarında yayınlanan "Zembilli" dizisiyle setlere geri dönen Sezerel; çocukluğuna, gençliğine ve sanat hayatına dair Yasemin Döngel'e çarpıcı açıklamalarda bulundu. Son dönemde oyuncuların bazı rollere tiplerinin uygun olmayacağı için oynayamayacakları açıklamalarıyla ilgili konuşan oyuncu, "Bir oyuncu tabii her rolü oynamalı. Ama şimdi bir köylü kız oynatmaya kalkıyorsunuz, başına bir yemeni geçireceksiniz. Dudak şişik, yanak şişik, kaşlar simsiyah. E bu nasıl inandırıcılığı? Doğal olmayan oyuncu her rolü oynayamaz." sözleriyle dikkatleri üzerine çekti. İşte röportajın tüm detayları...
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
İyi çok şükür yani bir sorun yok. İşte yeni bir diziye başlıyorum ATV'de. Geçen hafta iki gün onun çekimine gittim. Yarın programı bekliyorum. Her an tekrar gidebilirim. İzmir'in Birgi köyündeyiz, ismi "Zembilli". Üs Yapım'ın işi, inşallah seyirciyle buluşacak ve mutlu olacağız.
-Set nasıl gidiyor?
Set çok keyifli. Oyuncu arkadaşlarımız çok iyi insanlar. Enerjileri çok iyi, iyi oyuncular. En önemlisi yönetmeninden çok memnunum ben. Hakan Bey çok iyi bir hoca. Sonuca yansıyacaktır mutlaka bunlar. Görüp değerlendireceksiniz, inşallah iyi olacak.
O YAŞAYAN EV YOK OLDU, HALA RÜYALARIMDA KENDİMİ O EVDE GÖRÜRÜM
- Çocukluğunuzdan başlayalım… İstanbul'da doğup büyüdüğünüz bir çocukluk/gençlik dönemi. Nasıl bir çocuktunuz, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Ben Üsküdarlıyım. Aslında bir dede evinde büyüdük biz. Dedem subay, İstiklal Savaşı'ndan sonra Atatürk'ün subaylarından biri. Sonra emekliliğinde gelip Üsküdar'da bir ev alıyorlar ve oraya yerleşiyor. Babamla annem evlendikten sonra (büyük bir ev zaten) onun alt katında oturuyorlar. O yüzden böyle bahçesinde erik ağacı, incir ağacı, bir sürü meyve ağaçları olan, duvarları olan, böyle bir bahçe içinde büyüdüm ben. Üst katta da dayımlar oturuyordu, onların çocukları falan yani kalabalık bir aileydik. Sokakta yılan bile oynadım. Böyle yılan çizilir, gazoz kapaklarını koyarsınız orada oynanır. Benim ağabeyim de var benden iki buçuk yaş büyük. Yani çok güzel bir çocukluk geçirdim. Ne yazık ki zamanla aile büyüklerimizi kaybettik; annemi de, babamı da, işte dayımı da, yengemi de. O yaşayan o ev yok oldu. Ama mesela hala rüyalarımda kendimi o evde görürüm. Sonrasında işte Üsküdarlıyım. Lise sonrasında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı'na girdim.
-Sonra oyuncu olma isteği ne zaman doğdu içinizde? Ne zaman karar verdiniz ve ben oyuncu olmalıyım dediniz?
Şimdi biz Üsküdar'da olduğumuz için ailem de böyle ilerici bir aileydi. Belli zamanlarda bizi tiyatroya götürürlerdi. Üsküdar Müsahip Celal Sahnesi'ne tiyatro oyunları seyretmeye giderdik sürekli ve ben o oyunları seyrettiğimde eve gelip oradaki replikleri oynayabilirdim evde. Yani hangi karakter varsa hepsini teker teker evde oynardım. Sonra etrafımdaki bütün insanların taklitlerini yapmaya başladım. Mesela sizin, yengemin, arkadaşımın, sokaktan geçenin… Ve o an karar verdim ki ben oyuncu olacağım, tiyatrocu olacağım. Tabii her klasik Türk ailesi gibi önce aileden bir ret yaşadım. Çünkü o zamanlar ortaokul sonu alan Ankara vardı, Ankara devlet konservatuvarıydı. Oraya hatta telefonlar ettim kendi çabamla ama ailem hayır dedi. Tabii ben normal liseye gittim ama hep içimde oyunculuk vardı. Biliyordum ki ben oyuncu olacağım, başka bir şansım yok ama annem hep diretti. Yani ilerici bir aileydi ama ben günümüzde hala görüyorum. Önce başka bir iş yapsın da sonra onu olsun diyorlar. Neyse sonra işte liseye gittim, yine ailem başka üniversiteye girmemi istedi. Ben yine işte ağlaya zırlaya sınavlarına girdim. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nı kazandım ve onları ikna ettim. Ama sonrasında annem çok memnun oldu. Ben hala bütün ebeveynlere de aynı şeyi söylüyorum. Lütfen yapmayın. Çünkü sette de tiyatroda da karşılaştığım bazı arkadaşlarım var. Mesela kimi Boğaziçi Makine Mühendisliği'ni bitirmiş, kimi Tıbbı bitirmiş, kimi Hukuk bitirmiş, Hukuk gibi zor bir şey okumuş çocuklar sırf aileleri istiyor diye. Ama sonuçta geldiler gene oyunculuk yapıyorlar ve hayata sonradan başladılar. Daha geriden geliyorlar. Yani bu işin içinde varsa mutlaka yine yapılacak. Engellemeyin yani. Yazık çocuklara yazık.
-Tiyatro okuyorsunuz ve tiyatro sahnelerine sizi görmeye başlıyoruz. Hatırlıyor musunuz o duyguyu? İlk çıktığınızda ne hissettiniz?
Valla şimdi konservatuvar yılları. Yıldız Kenter öğrencisiyim ben. Tabii çok daha dramatik tiyatro ve katı bir eğitim var. Yıldız Hanım hiçbir zaman bizim böyle başka tiyatrolarda ve dizilerde oynamamızı istemezdi. Haklıydı da bence. Çünkü başka bir şekilde yoğrulmamızı istemez. Kendi bir şekilde çıkardı. Neyse ben sonra Şehir Tiyatroları'na girdim. İlk önce tabii küçük rollerle ufak bir tabak getiriyorsunuz. Merhaba diyorsunuz çıkıyorsunuz ama ne heyecan, O nasıl bir mutluluk anlatamam. Yani ayaklarım yani. Koştura koştura giderdim. Sonra bana rol vermeye başladılar. Yani ilk gün o sahneye çıkarken Allah'ım bir deprem mi olsa, yangın mı olsa, ben şuradan şuraya adımımı atmasam durumunu yaşadım tabii. Hani bu elleri ne yapacağım, nere ben, nerede duracak? Sonra alışıyorsunuz tabii, tecrübeyle gelişiyor.
ARKADAN BİRİ BİR TANE VURDU…
-Var mı böyle hatırladığınız bir anı?
Şimdi o kadar heyecanlanıyoruz ki. Bir gün kuliste hazır bekliyorum ama kalbim küt küt küt, küt küt duruyorum. Fakat sahneyi kaçırmışım. Arkadan biri bir tane vurdu girsene diye "Ha ha" deyip tekrar giriyorsunuz. Onlar çok olağan şeyler. Tabii sahnede öyle insan geliştirebiliyor kendini ve tecrübe ediniyor.
-"Hastane" adlı diziyle de televizyon maceranız başlıyor. Tiyatro sahnesinden kamera önüne geçmek nasıl bir tecrübeydi?
Hayatımın en güzel tecrübelerinden biriydi. Bir kere Zeki Alasya, Metin Akpınar'la çalışıyordum. Hastane dizisi yani bu kadar uzun bir dizi değildi. Komedi, sesli çekilen bir işti. Zeki Alasya yönetiyordu aynı zamanda. Çok değerli oyuncular vardı. Ben de Metin Akpınar'ın hastanedeki Hakkı'nın sevgilisiydim Zehra. Çok keyifliydi ve onlarla zaten arkadaşlığım, ilişkim, dostluğum sonra dizinin dışında da devam etti. Görüşmelerimiz devam etti. O sohbetler, uzun sohbetlerde olabildim. Engin tiyatro bilgilerinden yararlanabildim. Maalesef ki Zeki ağabeyi erken kaybettik, Metin ağabeye Allah ömür versin yani. Yani çok keyifli bir işti, çok hoştu. Dizi biter sonra evimize gidebiliyorduk akşam yemeğine. Bugün için olmayacak bir şey bu. Yani tabii ben Yeşilçam'dan değilim ama yani Yeşilçam'dan gelen bir sürü aktörle de çalıştım orada beraber. Herkes bir yerinden tutar yani öyle hani lüks aranmaz ve çok da mutlu olunurdu. Böyle bir şey yoktu ki. Gelirseniz kendi makyajınızı kendiniz yapabilirsiniz. Saçınızı kendiniz yaparsınız, kostüm getirirsiniz evden, ulaşımınızı sağlarsınız ama mutlulukla gelirsiniz, mutlulukla dönersiniz işte. Herkes mutluydu. Bilmediğiniz yani bilmediğiniz bir şey de zaten özlem olmuyor.
-Sonrasında pek çok projede yer alıyorsunuz, birkaçına değinelim isterim. En bilindiklerinden; Hayat Bilgisi, Doktorlar, Pis Yedili, Arka Sokaklar, Umutsuz Ev Kadınları, Sosyetik Gelin, Zalim İstanbul, Baraj, Kulüp, Al Sancak, Yargı ve son olarak Yalı Çapkını... Tabii bunların haricinde sayısız bir film/dizi listesi daha mevcut. Sizin için en özel olan hangisiydi onunla başlayalım…
Yaptığım bütün işler, bütün roller değerli ama Zalim İstanbul'da başka bir aile kurduk biz. Çok uzun saatler beraberdik. İşte ben orada babaanneyi oynuyordum. Benim gelinim vardı, üç tane torunum vardı. Hepsi de birbirinden komik, çok değerli iyi oyunculardı. Fikret Kuşkan benim zaten konservatuardan sınıf arkadaşımdı. Bir köşkün içinde çok uzun saatler vakit geçirebiliyorduk, müştemilatı var. Ve yönetmenimizi çok seviyordum ben aynı zamanda. Yani orada bir aile ortamı sağladık biz kendimize ve uzun saatler beraber geçirdiğimiz için de bütün herkes her derdini paylaşabiliyordu, çözümler arayabiliyordu. Yani o işi çok severim hala ve özlerim zaman zaman o kulise yani sıcaklığı yakalanan bir kulisti o çünkü.
KULİS İYİ OLMAZSA O İŞ HEMEN BİTER
-Akıllara kazınan bir iş de olmuştu, tutmuştu...
Çünkü bizim ailemiz gerçek aile zannediyorduk kendimizi. Tam Hatay'dan gelmiş bir aile çünkü babaanne, gelin, torunlar onların hepsi bana babaanne diyorlardı. Hala da aradıklarında babaanne derler. Diğer yandan Yargı tabii proje olarak çok iyi bir projeydi. Yani içinde olmaktan hala gurur duyduğum bir iştir. Çok sevdiğim, övünebildiğim bir iş. Gerçekten çok iyi bir işti. Hepsi değerli yani sonuçta şimdi belli bir çevrenin içindeyiz. Aslında çok fazla değiliz. O yüzden herkes birbirini tanıyor. Yani bu işte bir üçlü oluyorsunuz ve uzun saatler beraber geçirdiğimiz için de en önemli şey bence kulis. Kulis iyi olursa işe de yansıyor. Yani birbirimizi seversek, enerji tutarsa mutlaka işe yansır. Siz de bunu anlarsınız zaten. Bir dizi seyredin, bunlar birbirlerini sevmiyor dersiniz ve biter hemen o iş.