Bundan 100 yıl önce, 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğunda, kişi başı gelirde
Avrupa'nın en yoksulu, borçlulukta en yükseği, sanayisi olmayan, kaynakları yabancıların elinde işgal altındaki bir ekonomiydik.
Ülkenin en çok ihtiyacı olan şey tarım ve sanayi üretimiydi. Ama iş gücü yoktu… Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı, fabrikalarda ve tarlalarda çalışabilecek genç nüfus bırakmamıştı. Öte yandan yoksulluk, kıtlık ve salgın hastalıklar insanları bunaltmıştı.
Ama bu millet ortak inanç, birlikte başarma azmiyle tarih yazdı. Özellikle Büyük Buhran yıllarına kadar olan süreçte ekonomi tarihimizin temellerini attı.
Bir savaş dâhisi olmakla beraber aynı zamanda öngörüsü yüksek bir ekonomist de diyebileceğimiz Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
1923'te ifade ettiği
"Siyasal, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner." Sözlerini millet ile birlikte
hayata geçirdi.
O dönem, Türkiye İş Bankası, Halk Bankası, Anadolu Sigorta, Sümerbank kuruldu. İlk yolcu uçağı seferi yapıldı, ilk betonarme köprü inşa edildi. Çiftlikler, haralar, tarım satış kooperatifleri, onlarca şeker, kağıt, çimento ve mensucat fabrikaları kuruldu. Uçak ve motor fabrikası kuruldu. Elektrik santralleri, demiryolu ve tramvay hatları açıldı, deniz ticareti düzenlendi, uluslararası ölçü birimleri kabul edildi. Ticaret ve sanayi odaları, demir çelik sanayii hakkında kanunlar düzenlendi.
Girişimcilik önem kazanmaya başlıyordu ve yeni fabrika kurmayı düşünenler için 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı. Bu kanun dönemin büyük sermaye sahiplerinin yatırım iştahını kabartmıştı.
Tüm bu olumlu gelişmeler genç Cumhuriyeti ekonomik zafere taşıyordu. Ancak 1929 yılında Büyük Buhran patlak verdi. Banka sistemi henüz tam anlamıyla gelişmediği için işletme kredisi bulamayan şirketler üretimlerini durdurdu. Teşvik Kanunu'ndan sonra yatırıma niyetlenen sermaye sahipleri projelerini rafa kaldırmak zorunda kaldı.
1980 sonrasında Turgut Özal'ın dışa açılma vizyonu ile birlikte Türkiye artık, bir sanayi ülkesi oldu. Bugün ihracatımızın
neredeyse yüzde 90'ı
imalat sanayii ürünlerinden
oluşuyor.
Türkiye'nin 1980 sonrası hızlı sanayileşmesi Cumhuriyetin ilk yıllarındaki temel inşasının sonucudur. Hedefe odaklanmış, tek vücut olmuş atalarımızın yazdığı hikâyenin sonucudur.
Bugün virüsle savaş dünyanın her yerinde, her alanda taşları yerinden oynatıyor. Belli ki; yaşananlar uluslararası ilişkilerde, devlet yönetiminde, iş modellerinde ve sosyal yaşamda güçlü değişimler getirecek. Küresel rekabet
gücümüzü artırmak için bu
yeni geleceği, yeni normalleri
el birliğiyle tasarlamaya başlamamız
gerek.
Milletimiz 100 yıl önce yazdığı başarı hikâyesi gibi bugün verdiğimiz salgın mücadelesinden yeni bir hikâye çıkarmalıdır. Yeni bir fırsat yaratmalıdır.