Uzun süredir Amerika'da yaşayan Fadik Sevin Atasoy, yeni oyunu 'Muse-Bir Esin Perisi Davası'nı sahnelemek için Türkiye'ye döndü. Ankara'daki Tatbikat Sahnesi'nde seyirciyle buluşan Atasoy, dünyanın en prestijli sanat festivallerinden Edinburgh Fringe Festivali'nde de 10 kez seyirci karşısına çıktı. Kendi yazdığı, Erdal Beşikçioğlu'nun yönettiği oyun için "Şu ana kadar en çok mutluluk duyduğum iş" diyen Atasoy'la oyunu ve kadın meselelerini konuştuk...
- Yeni oyununuz 'Muse'ü Edinburg Fringe Festivali'nde sahnelediniz. Bir oyuncu için ne ifade ediyor Edinburgh'ta olmak?
Cannes Film Festivali, biz sinemacılar için ne ifade ediyorsa, Edinburgh Fringe Festivali de tiyatro oyuncuları için öyle bir anlam taşıyor. Çünkü 50 farklı mekanda 500 bin performans yapılıyor. 1 milyon kişi dünyadan akın ediyor bu festivale.
Projemizi, Zoo Venues'ün repertuvarında, 9 oyun peş peşe sahneledik. Uluslararası bir platformda ülkemizi temsil etmek gurur vericiydi.
- Kültür Bakanlığı da destek vermiş.
Evet bu oyunun festivalde yer almasını Kültür Bakanlığı da destekledi. Tatbikat Sahnesi'ndeki prömiyerimize Kültür Bakanımız da geldi. Yalnız olmadığımızı bilmek bize güç verdi.
SAĞLAM BİR PERFORMANS GEREKİYOR
- Böyle bir oyunu yazmak için sizi tetikleyen şey neydi?
Aslında Amerika'ya gidiş sebebim, bu oyunu hayata geçirme arzusuydu. Başarana kadar bundan hiç kimseye bahsetmedim.
Sanırım 2009 yılıydı... Los Angeles'ta Edgemar Center for The Arts tiyatrosunun akademisine burs kazanarak girdim.
Eğitim gördüğüm sürede, 'master class' dedikleri, profesyonel oyuncuların sınıfına burs kazanmıştım. Okurken herkes kendisine bir eser seçiyor, onun üzerine çalışıyor falan...
Ben de Anna Karenina'ya yeni bir final tasarlayarak deneysel bir monolog yazmıştım. O monoloğu sınıfta oynayınca çok beğendiler ve hocam, "Fadik senin kalemin çok iyi, lütfen bunu geliştir" dedi. Ben de geliştirdim.
- Ne anlatmaya çalışıyorsunuz oyunda?
Temel arzum, insanoğluna bir güzelleme yazmaktı. Hayatın karmaşası içinde, geçmişten getirdiğimiz kırgınlıklar, korkular sebebiyle bazen insan olmanın hakkını veremez hale geliyoruz.
Bir esin perisinin gözünden, insanoğlunun güzelliklerini bu oyun aracılığıyla dile getirmek istedim. Eski Yunan'daki hümanizm, çıkış noktam oldu.
Antik Yunan tiyatrosunun insana duyduğu aşk ve onu yüceltmesi, beni hep etkilemiştir.
İkinci ana cümlem ise; kadın kimliğimin bende farkındalık yaratan ya da aşmam gereken engelleri deneyimlememe sebep olan durumlarıydı. Edebiyat ve sanat içinde kadının varoluşunu, başka bir final yazarak bir nevi yapı bozucu bir yaklaşımla ortaya koymaya çalıştım. Tarihte ve edebiyatta bilinen kadın figürlerine, onları güçlendirici finaller yazdım.
- Oyunda farklı kadınlara hayat veriyorsunuz. Nasıl bir deneyim oldu?
Sağlam performans gerektiren bir oyun.
70 dakika hem şarkı söylüyorum, hem dans ediyorum, hem de dört farklı kadına bürünüyorum.
Hele İngilizce'sinde bu mücadele çarpı iki oluyor. Çünkü her karakterin kendine ait bir aksanı var. Anna Karenina'yı Rus aksanıyla, Cleopatra'yı Arap aksanıyla, Mona Lisa'yı İtalyan aksanıyla, Muse'u da klasik İngiliz aksanıyla oynuyorum. Bu tabii Türkçesi; o anlamda benim için daha kolay ve kıvrak.
- Yeni sezon programı belli oldu mu?
Yeni sezonda İstanbul'da perde açacağız.
Üstelik 1 Ekim'de doğum günümde yapmayı planlıyoruz. 15 günde bir Ankara'da oynamaya devam edeceğim oyunu.
2020 Şubat için New York hedefimiz var ve bir de Fransa'dan teklif aldık. Bu oyun, benimle beraber herhalde ülke ülke gezecek.
Türkiye turnesi yapmak da istiyorum.
- Sizin esin periniz kim peki?
Çok var; bir tane değil.
En büyük esin perim, yarattığım anki coşku ve duygu. Bazen esin perim doğa oluyor. Oyunda da kullandığım bir kar tanesi motifi var. Kar, çok sevdiğim bir şey. İnsanlar, en büyük esin perim.
İnsan seven biriyim ve herkesin hikayesi beni çok heyecanlandırıyor.
Ve tabii ki kendim...
Kendime iyi bir esin perisi olmaya çalışıyorum. Kendimi yıldan yıla daha da sevmeye, anlamaya ve ona sahip çıkmaya çalışıyorum. Yaşamak herhalde en büyük esin perisi insan için.
ARTIK TÜRKİYE'DE DAHA ÇOK VAKİT GEÇİRECEĞİM
- TV ve sinemadan uzak kalmanızın sebebi ne?
Aslında Amerika'da işimi yapmaya devam ettim ama Türkiye'de dizi ve sinemadan biraz uzak kaldım.
Ama bu sene, oyunumun da Türkiye'de olması nedeniyle, izleyici beni sinemada da görebilir artık. İki ülke arasında çalışmayı planlıyorum.
Hatta Türkiye'de daha çok vakit geçireceğim.
Amerika'da Marcus Grey'in yönettiği, tamamen Amerikan yapımı olan 'Sixty Grey' diye psikolojik gerilim türünde bir filmde oynadım.
Orada sendika üyesi olmamı sağladı bu film. Çok olumlu ve keyifli bir süreç oldu.
- İki ülke arasında sektörel anlamda nasıl bir fark var?
Amerika'da bu iş endüstri; belirli kuralları var.
Profesyonel bir endüstrinin içinde olmakla, kendi içinde bir yol-yöntem bulmaya çalışan sektörümüz arasında fark var. Ama Türkiye'de de çok ilerledi bu. Hatta dizi setleri, sinema setlerinden daha konforlu hale gelmiş.
Dünyada tanınan bir ülke olduk. Yurt dışında Cannes Film Festivali, Berlin, Venedik, Sundance ve Tribeca'da ödül alıyor yönetmenlerimiz.
Bunlar şahane şeyler.
Genç nesil gümbür gümbür geliyor. Türk sinemasının çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum.
CİNSİYET AYRIMCILIĞININ ESAS SEBEBİ ERKEKLER DEĞİL
- Oyundaki Muse, erkeklere ilham vermektense kendi eserini yaratmak isteyen bir esin perisi. Siz eserlerinizi yaratırken nasıl zorluklar çekiyorsunuz?
Anladım ki, bir insanın en büyük engeli ve gölgesi; kendisi. Bir kadın olarak kurbanı oynamayı bıraktığım gün kendi gücümü elime aldım. Erkeklere kızarak ya da onlardan nefret ederek bu sorun çözülmüyor. Cinsiyet ayrımcılığının esas sebebi erkekler değil. Biz kadınların da kendimizi ortaya koyuşumuz sorunlu. Özeleştirimizi yapmamız gerekiyor. Çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz?
Çevremizdeki kadınlara nasıl davranıyoruz? Kadın kadının merhemidir diye düşünüyorum.
Bu özgürleşme sürecinde; toplumun bana nasıl davrandığından öte, benim bunlarla nasıl başa çıktığım üzerine çalıştım. Oturup 'Ay kadına rol yazılmıyor' diye üzülüp söylenmek yerine burs kazandım, okudum. Para biriktirdim, yazarlık okuluna gittim. Daha iyi bir üretim sunabilmek için kollarımı sıvadım, mutfağa girdim.
Derdimi anlatabilmek için kendimce bir yol yaratmaya çalıştım. Amerikalılar'ın bir sözü vardır; hayat sana sadece limon veriyorsa, sen de limonata yap diye. Biz de bir limonata yapmaya çalıştık.
- Siz bu durumdan mustarip misiniz peki?
Dünyadaki en büyük sorunlardan biri cinsiyet ayrımcılığı. Erkekler, bizden daha fazla ve para kazanıyor.
Bunun iyileştirilebilmesi için kadınlar düşünsel olarak güçlendirilmeli. Fiziksel tacizden önce mevcut şiddetin sözel, hatta düşünsel taciz olduğunu düşünüyorum.