NİLÜFER BULUT (Türkiye İş Kadınları Derneği Başkanı)
Büyük bir zihinsel değişim şart
1. Aslında toplumda erkekle eşit şartlara sahip miyiz? Nasıl sahip oluruz, diye kafa yorarken zaman kaybediyoruz. Bırakın erkeklerle eşitlenmeyi onlardan daha üstün olduğumuzu kabul ederek sesimizi çıkarmalıyız. Yapmamız gereken, kadına özgüvenini kazandırmak.
2. Toplumun koymuş olduğu kurallar gelenek, görenek, kültür, kadının yaşamını zorlaştırmış ve alanını daraltmıştır. Oysa ahlaki kurallar erkek için ne ise kadın için de odur. Ama maalesef ülkemizde özellikle kadına şiddeti haklı gösteren sebeplerin başında gelenekler gelmektedir. Namus meselesi adı verilen, kadın bedeni üzerindeki toplumsal baskıdır bu.
3. Aile içi şiddeti ortadan kaldırabilmemiz için bunun nedenlerini çok iyi tespit etmemiz lazım. Şiddet dediğimizde yalnızca kadına yapılan şiddeti anlıyoruz. Oysa hayatın her alanında şiddet var. Ekonomide, sosyal hayatta, hatta hukukta, eğitim sistemimizde. Bir bütün olarak ele almadığımız taktirde kadınları koruma altına alarak onlara koruma vererek, kimliğini değiştirerek çözüm üretemeyiz. Toplumun kadına koyduğu kurallar, kadına bakış, namus, ahlak, bütün bu kuralların yeniden tanımlanması gerekiyor. Büyük bir zihinsel değişim şart.
4. Kadınların ilgi alanları ve görev tanımlamaları onları daha çok içe dönük yaptığı için, kadınların hayatın içinde olmasını zorlaştırıyor. Bunu ben de yaşıyorum. Hem iyi bir anne olacaksın, tüm ailenin sorumluluğunu alacaksın, aynı zamanda da çok sert ve acımasız olan iş, siyaset, sosyal alanda başarı göstereceksin. Bu insan yaradılışına aykırı bir beklenti. Kadının adının olabilmesi için kadın ve erkeği birbirini tamamlayan iki varlık olarak ele alıp, sorumluluklarını eşitlemeliyiz.
HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL (İlahiyatçı-Başkent Kadın Platformu)
Erkeklere çok değer vermemek gerek
1. Toplumun erkeğe yüklediği rollerle baş etmek, bir kadının gücünün yeteceği bir şey değil. Büyük bir işbirliği gerekiyor. Polat karakteri varken, istediğimiz kadar uğraşalım, hiçbirimiz daha cazip bir şey sunamıyoruz erkeklere. Kadın Platformu olarak, kadınların hem moderniteden hem geleneksellikten kaynaklanan sorunlarıyla uğraşmayı kendimize iş edindik. Feminist kadın gruplarıyla da dindar kadın gruplarıyla da çalışmalar yaptık. İlahiyat Fakültesi'ndeki arkadaşlarım şöyle derlerdi bana: Eşimizin senin gibi olmasını istemeyiz ama kızımızın senin gibi olmasını isteriz.
2. Son yıllarda tesettürle birlikte başörtülü kadınların artması ya da kadınların kıyafetleri ve bedenleri üzerinden daha çok konuşuyor olmamız, kadınların bedenleri üzerinde ahlak bekçiliği arttı gibi bir algı yaratabilir. Ben bunun her zaman mevcut olduğunu düşünüyorum, yeni değil. Kadınların bu kadar zorluğa rağmen örtünmeyi tercih etmesinde aslında bu ahlak bekçiliğinden kurtulma hevesi de var. İronik gelebilir ama örtündüğünüz zaman artık insanlar size güveniyor.
3. Sokakta annesini babasını döven bir erkek görseler bunu çok ayıplarlar. Fakat karısını döven bir erkek gördüğünde kimse karışmaz 'aile içi meseledir' der uzak durur. Çünkü anne iktidar olarak evladın üzerinde kabul edilir ama kadın, o erkeğin iktidarında kabul ediliyor. İnsanlar o erkeğin iktidar alanına karışmak istemiyor. Erkeklere çok değer vermemeyi öğrenmemiz lazım. Kadınların mutlaka bir kendi alanları olmalı. İla çıkıp profesyonel çalışma ortamı demiyorum. Kadının kendi özgünlüğünü, kendi kişiliğini kendi dünyasını var edebildiği bir alanı olmalı.
4. Türkiye'de sıradan erkeğin de adı yok ki. Kimin adı var? Siyasetçilerin, sporcuların, magazin dünyasının isimlerini biliyoruz, onun dışında başka kimin adını biliyoruz.
Nur Ger (TÜSİAD Kadın Erkek Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı)
Nüfusumuzun yarısı kadın, ama kadının adı yok
1. Ses yükseltme meselesi erkeksi bir durum. Neden sesimizi yükseltelim ki? Bu, sanki seslerini yüksek tutan erkeklere karşı bir reaksiyon gibi. İşbirliğini, birlikteliği çok önemsiyorum. Kadınların sesini duyurabilecekleri kanallar yavaş yavaş açılıyor. Kadının oyunun dışındaymış gibi görünmesinin sebebi ataerkil yapı ve geleneksel değerler. Kadınların eğitimsizliği, ekonomik olarak ayaklarının üzerinde durmalarını da engelliyor. Oysa biz, kadının toplumsal hayat sahnesine çıkmasını istiyoruz.
2. Elbette ahlak bekçiliği olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de bu ahlak bekçiliğini, bir yandan kadın bedeninin giyim, kuşam ve makyajla dışa vurumunda, bir yandan da kadının yaşam ve çocuk doğurma hakkından kaynaklanan mevzularda görüyoruz. Kadınların kaç çocuk doğuracaklarının, nasıl doğuracaklarının belirlenmesi, kişinin sadece kendi bedeni üzerindeki kontrolün kısıtlanması değil. Bu, aynı zamanda temel insan haklarının da ihlali.
3. Kültürel olarak hem üzüntüyü hem sevinci yoğun yaşamaya müsait bir yapımız var. Öfke kontrolümüz zayıf. Şiddetin ortadan kalkması için ailelerin bilinçlendirilmesi, cinsiyet eşitliğini temel alan bir eğitim şart. Kadını, yalnızca ailenin bütünlüğünün sağlanması ve korunması anlamında değil, birey olarak da gören bir bakış açısının benimsenmesi lazım.
4. İş hayatında, siyasette kadınlar nerede? Nüfusumuzun yarısı kadın ama hâlâ adı yok. Çünkü ne yeterli eğitim alabiliyorlar ne de eğitim sonrası iş ve aile dengesini sağlayacak mekanizmalar bizlerin lehine işliyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun yıllık geleneksel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu 2012 verilerine bakalım. Türkiye 135 ülke içinde siyasette 98'inci, (Bakan sayısı düzeyinde 121'inci), ekonomik katılım ve fırsat eşitliği alanında 129'uncu sırada. Kadın erkek eşitliği endekslerinin hiçbirinde Türkiye'de kadının adı yok!